Covid korkusundan mı sakinliğe, dinginliğe alışır, onları arar olduk; yoksa biraz "olduk" mu?

Bu sene yaza ait planlar tam ucuna gelmişken bir anda -yine Covid sebebiyle ABD vize servislerinin durdurulması yüzünden- iptal olup değişince, Türkiye'deki (planlar tutarsa) bir süre için son "tam" yazımızı nasıl en iyi şekilde geçirebiliriz diye düşünmeye koyulduk Mayıs karantinasında. Ortaklar'da yürürken olgunlaştı fikir: ev tutalım! Ama deniz manzarası olsun... Yani? Kaş ya da Kalkan! Birkaç gün sonra Kalkan'da tam da aklımızdakine benzer bir daireyi 13-28 Ağustos için kiraladık.

Evin balkonundan Kalkan

Kalkan'da villa kiralama işi oldukça gelişmiş. Geldiğimizde gördük ki burada neredeyse normal otel yok, her yer "Villa X" adında müstakil ya da birkaç daireli, az katlı binalarla dolu. Bunların bir kısmı tamamen ticari, öyle ki kapılarında "bilmemne firması tarafından işletiliyor" gibi tabelalar var. Bir kısmında da bunların sahibi olan şanslı kişiler oturuyor olmalı. Kalkan dediğin Kaş'a bağlı bir beldeyken yeni büyükşehir kanundan sonra Kaş'ın bir mahallesi haline gelmiş. Coğrafi yapısı yerleşime ve tarıma o kadar uygunsuz ki, bölgede sayısız antik yerleşim olmasına rağmen burası bakir kalmış. Şehrin 1800lerde Meis'ten gelen birkaç tüccar tarafından kurulduğu düşünülüyor, eski adı Kalamaki. Tabii şimdi durum biraz farklı, bir "mahalle" dersin ama Kalkan'ın dimdik yamaçlarla çevrili koyu o kadar fazla binayla kaplanmış ki, bazı yerlerde makilik alanların ortasına hala itiştirilmeye çalışan villa inşaatlarını görünce insanın canı sıkılıyor. 

Kalkan'ın haliyle yokuşları meşhur, yolları dar. O deniz manzaralı evler, restoranlar doğal olarak hep sırtlarda. Bizim kaldığımız evden halk plajına (yani yat limanı civarına) yürümek giderken yaklaşık 15-20 dakika sürüyor, son 5 dakikasında dimdik yokuşlarla aşağı inmek gerekiyor. Tabii denizden eve gelirken süre haliyle biraz daha uzuyor :) Şehir bu kadar dağınık yapıda olunca doğal olarak birkaç farklı merkezcik oluşmuş. Yat limanı etrafındaki küçük çanak en turistik ve canlı bölgesi, onun biraz üst tarafında daha çok buralıların takıldığını düşündüğüm, okulların, belediye hizmet binasının ve daha mütevazı mekanların olduğu bir merkez var, bir de Kalkan'ın Patara yönündeki sanıyorum son koylarından biri olan Kalamar'a giderken (yine yoğun yerleşim ve villa olduğu için) çeşitli alışveriş imkanlarının ve restoranların olduğu bir alan daha var. Bizim kaldığımız yerin hemen dibinde bir bakkal-market bulamadık, en yakında yürüyerek yaklaşık 10 dakika, arabayla 3 dakika mesafede büyükçe bir Carrefour vardı. Zincir marketlerin birer ikişer şubesi belediyenin olduğu taraftaki merkezde de var.

Kalkan'a Cuma akşamı 21:30 gibi ulaştık, eve kabaca yerleşip ne var ne yok anlamak için çarşıya indik. Şehrin dokusunu çok sevdik, internette "İngiliz egemen" yorumlarını okuyunca Ölüdeniz/Hisarönü gibi asimile olmuş bir yer olmasından korkmuştum ama hiç ilgisi yokmuş meğer. Hem Türklere hem turistlere hitap eden, güzel dekore edilmiş bir sürü bar ve restoran var. Biz de limanda en kalabalık ve açık hava olan Sherlock Holmes'a girip birer bira içtik, ortam gayet iyiydi. Tabii Türkiye'de Covid'e karşı muhteşem bir önlem olan "geceyarısından sonra müzik kapanacak, kimse kusura bakmasın, o saatten sonra kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok" sebebiyle tam 00:00da müzik sustu :( Gece hayatına doğal bir sınır gelmiş yani... Zaten şehir çok kalabalık, itiş kakış değildi, bu hali belki esnaf için yeterince iyi değil ama bize çok güzel geldi.

Sonrasını daha lokasyon bazlı anlatayım diye düşünerek kaba planımızı buraya alıyorum:

13 Ağustos Cuma - gece Sherlock Holmes. Güzel müzik çalıyorlar, marinadaki en kalabalık bar. Buradaki mekanların tümü günün erken saatlerinden itibaren açık ve yemek servisleri de var.

14 Ağustos Cumartesi - sabah evde kahvaltı, sonra Likya Garden otelde deniz, akşam yemeği Korsan Meze. Hem deniz ürünleri hem kebap çeşitleri var, yemekler genel olarak lezzetli, servis de güzel. Genel manzara marina üstünden deniz olduğu için gün batımından sonra manzara pek kalmıyor. Genel sakinlikten nasibini alıyor, terastaki tek masa bizdik, bu durum geceyi daha da güzelleştirdi. Gece kapanışı Likya Garden otelde rakı ve yıldızlar altında merkeze geri yürüyüş :)

15 Ağustos Pazar - sabah evde kahvaltı, öğleye kadar Likya Garden otelde deniz, öğlen Nur Pastanesi'nde dondurma, öğleden sonra Patara'da deniz ve antik kent gezisi. Akşam yemeği evde, yorgunlukla erken uyku.

16 Ağustos Pazartesi - Sabah erkenden halk plajında deniz,15:30a kadar evden çalışma, sonrasında Kalamar Beach'te deniz, evde akşam yemeği ve dinlenme.

17 Ağustos Salı - Öğlene kadar evden çalışma, sonra Üçağız - Kaleköy, akşamüstü Myra antik kenti, akşam yemeği Kalkan halk plajında ızgara köfte. Kalkan sokaklarını arşınlayıp deniz fenerinde bira içerek gece kapanışı

18 Ağustos Çarşamba - Öğlene kadar evden çalışma, sonra Bezirgan (köye gelir gelmez şansımıza Pirha'da bir de aşure ikram ettiler bize :) ) ve İslamlar. İslamlar Değirmen Restoran'da meze-alabalık-rakı ve ev kapanışı.

19 Ağustos Perşembe - Sabah erkence Kaputaş (yine kalabalık, yine dalgalı); sonra Kaş'a yolculuk: Mai Tai Beach'te birkaç saat dinlenme ve deniz, sonra Kaş keşmekeşinde Büyükçakıl'da akşamüstü denizi. Kaş merkezde kısa bir turdan sonra evde akşam yemeği ve Kalkan çarşıda Gurme'nin şahane terasında birkaç kokteyl.

20 Ağustos Cuma - Öğlene kadar evden çalışma ve Demre'ye doğru yolculuk. Yolda daha önce listeye aldığımız Phellos ve İsinda antik kentlerine girdik ancak yürüyüş için ayakkabı ve biraz tırmanma gerektiğini anlayınca sonraya bıraktık. Hoyran'a sapıp köyün içinden Istlada antik kentine yürüdük. En tepeye çıkamasak da kentin bir kısmına erişebildik. Sonra Andriake antik kenti ve Likya Uygarlıkları Müzesi, Demre'de Taşdibi plajında muhteşem bir akşamüstü+ayışığı denizi, Demre'de Gaziantep Restoran'da yemek, Nur Pastanesi'nde dondurma ve dolunay altında eve dönüş.

21 Ağustos Cumartesi - Ev keyfi! Sabah Kalkan halk plajında uzuuun bir deniz sefası, sonra evde kahvaltı, balkonda ve çok sıcaklayınca havuzda geçen şahane bir gün! Aksam yemeği Kalkan Baharat'ta, üstüne Kalkan chocolate club.

22 Ağustos Pazar - Sabah erkenden, kahvaltısız Tlos, öğle sıcağında omlet ve gözleme kahvaltılı serin Yakapark, sonra Saklıkent Kanyonu, günbatımında Pinara ve evde yemek.

23 Ağustos Pazartesi - Sabah Isinda antik kentine gösterilen iki yürüyüş  yolundan da başarısızlıkla sonuçlanan yürüyüş denemeleri, dönüş yolunda seyret çakılı plajında kısa yüzme, evde kahvaltı, öğle saatlerinden gün batımına kadar evin altındaki Denizim Beach'te dinlenme ve deniz. Evde yemek, üstüne Kalkan Shade Lounge'da kokteyl.

24 Ağustos Salı - Gündüz çalıştıktan sonra akşamüstü Kaş Antiphellos'ta ucundan geç gün batımı izleyip Bunbun'da yemek ve Kaş sokaklarında keşif.

25 Ağustos Çarşamba - sabah Kalkan halk plajında deniz, tam öğle vakti Bezirgan Pirha'da kocamaaaan bir kahvaltı ve köy sakinliğinde dinlenme. 17 gibi köyden ayrılış ve Delikkemer. Delikkemer'den biraz aşağı yürüyüp Fırrnaz'a tepeden bakış. Evde gün batımı keyfi ve hızlı yemek ardından Kaş No 11

26 Ağustos Perşembe - Güne biraz geç başladık: Evde hızlı bir kahvaltının ardından 12'ye doğru Fethiye tarafına gitmeye karar verdik. Yolda daha önce Tlos'a giderken görüp de girmediğimiz Sidyma'ya saptık. "Çok da bir şey yokmuş" deyip tam dönecekken Dodurgalı bir teyze sayesinde karşımıza hazine çıktı! Sonra Telmessos Antik Kenti'ni görme hayaliyle yola devam ettik, meğer Fethiye merkezdeki Amintos Mezarı'nın orada bir tiyatro ve kent surlarının olduğu alanmış, tiyatro da tadilattaymış - biz de Baba Dondurma'dan dondurma yiyip biraz Fethiye turu atıp eve, balkonda gün batımına karşı rakı-meze keyfi yapmaya ve gecenin ilerleyen saatlerinde "Ay Işığında Saklıdır" izlemeye döndük. 

27 Ağustos Cuma - Kalkan'daki son gün ve gece: hakkını vermek gerek! Sabah biraz ev keyfi üstüne halk plaji, evdeki yiyecekleri de tükettiren mükellef bir kahvaltı ve üstüne evin yakınındaki Denizim Beach'te gün batımına kadar deniz ve dinlence. Tam güneş tepenin ardına geçerken eve dönüş, cok hızlı duş ve ortalık kararmadan önceki günden kalan soğuk mezeler ve bol peynirle rakı keyfi... Türk kahvesi üstüne 22 gibi Kalkan merkezde son bir tur, 23-00:15 Chocolate (arada 5 dk elektrik kesintisi, tam gece yarısı müzik genel sistemden dj kabini yakınındaki küçük hoparlöre çekiliyor çünkü jandarma kapıda bitiyor), evden kalan rakıyı kapıp artık oldukça geç doğan ve son dördüne varmış ayı yakalama umuduyla Kaş'a doğru yolculuk: bingo-Seyret Çakılı'nda mehtap bile var! Bu gece uzun ve kapanışa yakışır oldu, şarkısı (muhtemelen bu tatile en çok damgasını vuran) "Ay Işığında Saklıdır"...

28 Ağustos Cumartesi - Antalya - Söke yolculuğunda büyük bonus: Aphrodisias! Covid'den beri evlere arabayla gidip gelirken, iki memleket arasında oklarını görüp, neredeyse kapısından geçip durduğumuz meşhur Aphrodisias'ı bu defa buraya sıkıştırabildik. Dar zamanda da olsa görme şansımız oldu.

KALKAN

Bu tatilin baş kahramanı, yıldızı. Buralarda genel olarak villa ya da ev kiralamak yaygın. Merkezde birkaç pansiyon ve otel de var ama fiyat-performans olarak ne durumdalar çok fikrim yok; avantajları hem çarşı içine ve mekanlara, hem de halk plajına yakın olmaları; hizmet ve kalitelerinden bağımsız olası dezavantajları gürültüye fazlaca maruz kalmaları. (Şimdilik) bu sene müzik 00:00da kapanıyor, mekanlar da bu kurala iyi kötü uyuyor (gece yarısından sonra müzik daha zayıf volümlü hoparlörlere verilerek idare edilmeye çalışılıyor zira kontrol sıkı: jandarma Kalkan'daki en iyi club Chocolate'ın kapısında bekleyip ses biraz arttığı anda sirene basıyor) dolayısıyla bu durum merkezde konaklayanların işine geliyor olmalı.

Kalkan'daki cafe ve restoranlar genel olarak kaliteli, güzel dekore edilmiş, iyi yemekleri güzel sunumlarla ve çok iyi müziklerle servis ediyorlar. Fiyatlar Çeşme-Bodrum'dan muhtemelen daha uygun. Genel olarak kapının önünde fiyatlı menüler konuyor, yürürken mekanın sundukları hakkında fikir sahibi olmak güzel. Fiyat politikaları enteresan; ,50 / 0,9 / hatta 0,75 ile biten yemek ya da içecek fiyatları var. Bunu sorduğumuzda İngilizlerin 45TL yerine 44,5TL gördüğünde daha "avantajlı" hissettiğini, bu yüzden fiyatların küsuratlı konduğunu söylediler. İngilizler herhalde ülkelerinden alışık, buradaki 50 kuruşun 0,05 pound ettiğinin farkında değiller sanırım :) Biz Korsan Meze'de ve Baharat'ta yemek yedik, Gourmet'nin terasında kokteyl içtik ve çok memnun kaldık. Restoranların terasları çok keyifli oluyor. 


Korsan Meze'nin teras manzarası

Gourmet'nin teras manzarası


Belediyenin halk plajındaki kafesi de fiyat performans olarak çok başarılı. Daha uygun bütçelerle yemek istenirse banka şubelerinin ve Migros'un da bulunduğu kavşağa yakın mekanlar tercih edilebilir. Bir apart ya da villada kalanlar için, hele de evin manzarası da müsaitse evde yapılan uzun kahvaltılar ve keyifli akşam yemekleri de harika ve daha ekonomik. Market zincirlerinin tümünün şubesi var.


Eğlence, pandemi bahanesiyle bu yaz peyda olan gece yarısından sonra müzik yayını yasağıyla beraber biraz limitlense de 22:00'den sonra marinaya çıkan yoldaki restoranlarda canlı ya da banttan müzik yayını başlıyor. 3-4 tane de club var - Chocolate içlerinde en popüler olanı, giriş ücreti almıyor, içkiler marinadakilerden biraz daha pahalı. Sherlock Holmes marina yolunda, gündüz restoran gece bar olanlardan ve banttan müziğiyle en çok coşturan, en çok insan toplayan mekan. 2021 yazında geceyarısından sonra kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı olmadığı için müzik yayını taşınabilir hoparlörlere indirgeniyor. Bu durum erken kalkıp günü tam yaşama derdinde olan benim gibilerin işine gelse de anlaşılır gibi değil. 

Deniz buralarda genel olarak çok güzel ve sürprizsiz. Kalkan'daki beach'lerde giriş ücreti bir Çeşme-Bodrum ayarsızlığında ve aymazlığında değil, en yükseği 2021 yılında kişi başı 40TL. Yemek ve içecekler biraz daha fiyatlı tabii - ben genel olarak beach konseptine uzak biri olduğum için çok yeme içme derdinde değilim. Merkezde halk plajı dışında sahil yok, tüm beach'lerde iskelelerden denize giriliyor. Halk plajında deniz tek kelimeyle mükemmel, yer yer soğuk kaynak suyu karışıyor, genel olarak dalgasız ve tertemiz. Burada şezlong-şemsiye parça başı 15TL, istenirse doğrudan şezlong almadan da plajı kullanabiliyorsunuz.

Kalkan Halk Plajı

Plaj Konyaaltı'na nazaran daha büyük çakıllı ve çakıllarda çıplak ayakla yürümek de, denize girmek de biraz zorlayıcı. Bununla beraber çakıllar açık renk olunca su turkuaz ve çok temiz. Koyun kafeye yakın olan kısmında bir soğuk su birikintisi var, önce duştan gelen suyun birikintisi sandık ama işin rengi denize girip buz gibi yüzeyle karşılaşınca değişti: sanıyorum o birikinti bir soğuk tatlı su kaynağından oluşuyor ve denize karışıyor. Sonraki gidişimizde anladık ki yat limanına yakın kısımlarda hem denize giriş rampası daha kısa ve az eğimli, hem de soğuk su kaynağından uzak olduğundan su daha ılık. Deniz yüzmek için mükemmel, tertemiz ve dalgasız - üstelik giriş kısmı beyaz taşların etkisiyle turkuaz. Belediye tarafından işletilen Muar kafenin fiyatları oldukça makul, bir akşam ızgara köftesini denedik, gayet lezzetliydi.

Kalamar Koyu

Kalkan'ın ana koyunu batı yönünde takip eden ilk koy, 2-3 işletme var. Denize Kalamar Beach Club'dan girdik, kişi başı 40TL karşılığında şezlong ve şemsiyenin yanısıra deniz bisikleti ve kanoyu da ücretsiz kullanma imkanı var. İşletme 1985ten beri hizmet veriyormuş, temiz ve çok kalabalık değil. Deniz de güzel, bolca balık olduğu için gözlükle şöyle bir taramaya değer. Sadece menüdeki yeme içme fiyatları biraz dengesiz (patates kızartması 50TL, bira 40TL).

Denize açılmak isteyenler için tekne turları da mevcut, bu turların çoğu özel ve günlük 2500TL'den başlıyor. Buradan Üçağız'a araçla götürüp oradan Kekova tekne turlarına bağlanan turlar da var. Kalkan'dan toplu çıkılan koy turu var mı emin değilim, ancak Kaş'tan çıkılıp Kaş - Kekova arası koylar gezilebilir. 2021'de bunların fiyatları da 200TL civarında.

Batı yakası: Denizim Beach / Palm Beach

Bizim kaldığımız evin tam altında, merdivenlerle 7-8 dakikada ulaşabildiğimiz yerde sıra sıra birkaç tesis vardı. Biz halk plajında yüzerken gözümüze kestirdiğimiz "mavi dekorasyonlu yer"e, Denizim Beach'e gittik ve çok sevdik. Kişi başı 30TL giriş ücreti var ve ortalık oldukça sakin, çok tatlı bir aile işletiyor. Kalkan'da doğru düzgün sahil sadece halk plajında var, onun dışında her yer kayaklık. Buralardan denize iskeleden giriliyor. 


PATARA

Fethiye - Antalya merkez arasındaki antik kentlerin çoğu Likyalılardan kalma. "Işık ülkesi" anlamına gelen Likya, önce Pers, sonra Makedonya kralı Büyük İskender, sonra da Roma egemenliğine giriyor. MÖ 167 yılında bağımsızlığını kazanıp Likya birliği kuruluyor; sonraki yıllarda yeniden Roma'nın saldırısına uğruyor. Xanthos halkı için söylenegelen bir efsaneye göre, kente hem Pers, hem Roma saldırısı olduğunda kentte yaşayanlar toplu olarak intihar etmişler. Roma bu toplu intihardan sonra birliğe destek vermek için birliği eyalet haline getiriyor. MS 43.yy'da ise Likya ve Aksu'nun doğusunda uzanan Pamfilya eyaletleri birleştiriliyor.  Bölge Türklerin eline geçince Teke bölgesi adıyla anılmaya başlıyor.


Likya birliği her birinin nüfusu 5000 kişiye varan 23 şehirden oluşuyor, başkentleri Patara ve Xanthos. En yoğun yerleşimler km2 başına irili ufaklı 30 yerleşim alanıyla Demre - Kaş arasında bulunuyor.  

Patara, Likya'nın önemli yerleşimlerinden olan Xanthos vadisinin denize açılan kısmı, liman kenti olarak kullanılmış. Kuruluşu MÖ 13.yy'a dayanıyor. MÖ 3.yy'da Likya birliğinin 3 oy hakkına sahip en önemli kentlerinden biri haline gelmiş ve başkentliğini yapmış. Birliğin yine 3er oy hakkına sahip diğer önemli kentleri Xanthos, Olympos, Tlos, Myra, Pinara; diğer küçük kentlerin 2şer oyu varmış. Xanthos'un yakınındaki Letoon da küçük ve kısa süre kullanılmış bir kent, ancak içindeki Leto, Artemis ve Apollon tapınakları sebebiyle Likya'nın dini merkezi sayılıyor. Letoon ve Xanthos'a geçen sene Göcek dönüşünde gitmiştik; Letoon'a bu sene Göcek dönüşü yine gittik. Ama Xanthos maalesef Temmuz sonunda özellikle Manavgat ve Marmaris'te başlayıp ~12 gün boyunca yürek dağlayan orman yangınlarından dolayı riskli ilan edilip 31 Ağustos'a kadar kapatılmış...

Likya 53-57 yıllarında Kudüs'ten Roma'ya giden Aziz Paulus'un Myra ve Patara ziyaretleriyle Hristiyanlıkla tanışıyor. Bugün Hristiyanların kutsal hac mekanlarından biri olan St. Nicholas manastırı Demre'de, ama Noel Baba olarak bilinen Saint Nicholas aslen Pataralıymış.



Patara'ya girişte Müzekart geçiyor, kartı olmayanlar içinse kişi başı 40TL giriş ücreti alınıyor. Bu ören yeri yani antik kent girişi, eğer sahilde şezlong-şemsiye kiralamak isterseniz Kaş Belediyesi'nin işlettiği tesiste ayrıca ödeme yapmak gerekiyor. Tabii bizim yaptığımız gibi kendi sandalyenizi, hasırınızı alıp sonsuz plajın uygun bir yerinden de denize girilebiliyor. Patara'nın özelliği geniiiş ve uzuuun, tamamen ince kum plajı, sığ ve dalgalı denizi (ama ileri açıldıkça dalgadan kurtulup güzelce yüzmek de mümkün); burada yumurtlayan caretta caretta'ları ve antik kentin kalıntıları. Patara plaj kısmını Kaş Belediyesi işletiyor. Kafedeki fiyatlar Kalkan halk plajındaki işletmeden 30-50% arası daha yüksek, yemekler biraz daha çeşitli ve bira satışı da var. Plaj aslında oldukça kalabalık, ama alan geniş olunca çok üst üste hissettirmiyor.

Patara'ya girince denizden sonra antik kent de mutlaka gezilmeli. Yürüyüş yolları çok iyi düzenlenmiş, terlikle de rahatça ilerlenebiliyor. Kalıntıların içinde en önemlileri antik tiyatrosu ve Likya birliğinin meclis binası. Meclis TBMM tarafından restore edilmiş, ama neredeyse yeniden inşa edilmiş desek yeridir. Yine de bugünkü ABD anayasasının temellerini oluşturduğu, demokrasinin en iyi örneklerinden biri olduğu söylenen Likya birliğinin meclisini tahayyül edebilmek için buranın görülmesi önemli. Meclisin önünde çeşitli şahsiyetlerin onurlandırılma yazıtları sıralanmış. 

Gıcır gıcır renove edilmiş meclis

2000 yıl önceki denizcilik deneyimini yeniden yaşatmak için Bolivya'dan özel olarak getirilen sazlarla inşa edilen Abora 4 teknesi. 2019 yılında Varna'dan denize indirilip yolculuğunu Kaş'ta tamamlamış ve asıl sığınağı olan Patara limanına taşınmış.

Abora 4 teknesi






Patara'nın giriş kapısı


ÜÇAĞIZ - SİMENA (KALEKÖY)

Üçağız, Demre'ye bağlı bir kıyı köyü. Zamanında birbirine bağlı kara parçalarının depremlerle kırılması sonucunda sayısı belirsiz adacıklar oluşmuş, anakaradaki köye bu adaların aralarından üç tane deniz yolu açıldığı için de burası Üçağız diye anılır olmuş. Üçağız'ın tam karşısında Akdeniz'in en büyük adalarından Kekova adası bulunuyor. 


Üçağız'a araçla inilen merkezde denize girecek bir yer yok, sahil tamamen irili ufaklı teknelerle dolu. Bu tekneler ister özel, ister grup turlarla bölgedeki diğer koyları gezdiriyor. Kekova'da bir kent batığı var, batık kente teknelerin belli bir mesafeden fazla yaklaşması yasak, buralara kanolarla ya da yüzerek gidilebiliyor. Bazı teknelerin diplerinde batık şehrin daha net görülebilmesi için camdan bir kısım var. Biz Kekova'ya uğrayan tura daha önce gittiğimiz için bu seferlik toplamda 1,5 saate yakın zaman ayırarak daha küçük bir motorla Kaleköy'e (Simena) gittik. Buraya karadan düzgün bir yol yok, araçla belli bir yere kadar girip patikadan yürünebilir ya da Üçağız'dan deniz yoluyla ulaşılabilir. Tekneyi yalnız kiralayınca 200TL talep ettiler, sonradan bir çift daha çıkmış, her ikimizden de 150şer TL aldılar. 10-15 dakikalık motor yolculuğu sırasında Üçağız'ın doğusuna düşen Theimussa antik kentindeki Likya lahit mezarlarını görmek mümkün. Likyalılar bu mezarlara ganimetleriyle gömülür, mezar kapaklarını da dirilince onları taşıyacağı inancıyla ters gemi şeklinde yaptırırmış. Tabii onlardan sonraki medeniyetler bu ganimetlere sahip olmak için mezarların tümünü açmış ve içini yağmalamış... 

Fethiye - Antalya arasında, yani Likya bölgesinde sıkça karşılaştığımız Likya mezarlarının dört tipi var: 
1- İki ya da üç katlı, ahşap ev taklidi olan ev tipi mezarlar (önünde İon stili kolonlar bulunan tapınak tipli mezarlar olarak adlandırılıyor) - Myra nekropolündekiler gibi

2- Kaya oyma mezarlar (doğrudan taşa açılan oyuklar)

3- Kaide, mezar odası ve kapak olmak üzere üç parçadan oluşan Lahitler (Kaş'ın merkezindeki Uzun Çarşı'da ve döner kavşaklarda örneklerini görmek mümkün)

4- Yüksek mevkideki kişiler için kullanılan Dikme/Payeli mezarlar (Heroon'lar) - Xanthos'taki Nereidler Anıtı ve Harpy Anıtsal Mezarı bu tipe iyi örnekler

Kaleköy, yani eski adıyla Simena, Likya birliğinde 1 oy hakkı olan küçük bir kentmiş, ama muhteşem manzaralı ve iyi korunmuş bir kalesi var! Buraya gelince sıcak soğuk demeden kalenin mümkün olan en tepesine tırmanmak ve manzarayı doyasıya seyretmek şart. Zaten çok sıcaklarsanız aşağı inince tekneye dönmeden önce artık denizde duran lahit mezarın çevresinde kısa bir deniz molası vermek de mümkün. Burada çok fazla "yüzmek" olası değil çünkü su oldukça sığ ve dipte kalıntılar, kayalar var. 

Simena kalesinden görünüm

Simena kalesinden Kekova adası

Simena kalesinden iniş

Simena kalesinden inerken lahitleri atlamayın

Kaleköy ve Üçağız'da restoranlar ve pansiyonlar bulunuyor. Buralarda kalanlar, kıyılarında doğrudan denize girilecek bir yer olmadığı için sanıyorum günlük özel ya da grup turlarla teknelerle yakındaki sayısız koylara gidiyorlar. Üçağız ya da Kaleköy'de gecelemek çok anlamlı mı emin değilim, ama zaman varsa bir tam gün ayrılabilir. Tekne turuna Kaş'tan başlanırsa Kaş - Kekova arasındaki güzel koylarda yüzülebilir, bu turlar Kaleköy'deki Simena kalesine tırmanmaya müsaade etmiyorsa mutlaka ayrıca burada zaman geçirilip manzaranın tadına varılmalı.

BEZİRGAN - İSLAMLAR

Kaş - Kalkan arasında bir Bezirgan tabelası var, burası kıyı Bezirgan ve pek bir şey yok; asıl görülecek Bezirgan, Elmalı yolunda dağların içinde bir ova köyü. Adının anlamı "pazar yeri" imiş, yakınında da (biz gitmedik ama) Pirha antik kenti bulunuyor. Ve çıkış yolunda inanılmaz manzaralar var!



Buraya asıl babamın tarihi tahıl ambarlarını görün tavsiyesiyle gelmek istemiştik, ama gelince gördük ki bu köy bildiğimiz köylerden öte: tertemiz, her yer meyve ağacı (en çok da incir, üzüm, elma, nar, armut ve kırmızı erik), 500-600 yıllık tahıl ambarlarının yanı sıra düzenli birkaç hoş restoranı ve 900 yaşına varan çınar ağaçları (ve dahası, altlarına kurulu serin mi serin köşkleri) var. Arabayı köyün muhtarlığından başlayıp diğer ucundaki tahıl ambarlarına kadar sessiz ve huzurlu bir yürüyüş yaptık ve diğer tarafından geri döndük - bu şekilde yolda bizi gören bir yerlinin tarifiyle "köyü tavaf etmiş olduk". 


Bezirgan


Bu ilginç bitkiyi Bezirganlılara sorduk, ağu dediler. Hemoroide iyi gelirmiş

Bezirgan'a asıl gelme amacımız aslında tarihi tahıl (zahire - gerektiğinde kullanılmak üzere saklanan tahıl) ambarlarını görmekti. 5-6 yüz yıllık ambarlar aslında 300 taneye yakınmış ama şu anda 120 kadarı aktif kullanılıyor. Yakın zamanda restore edilecekmiş.



Bezirgan'ın çınar altı köşkleri


Dönüş yolunda çınarların altına kurulmuş bir çay bahçesinden su alırken fark ettik ki yolda bize tahıl (zahire) ambarlarını tarif eden arabadaki abi de burada. Tam köşke oturacakken baktım aşağıda sohbet başladı, ben dahil olup biraz bilgi almak için aşağı indim. "Derviş'in Yeri" yazılı küçük bir bina, bir yanı berber, diğer yanı bir anda içeri buyur edilince anladık ki kafe gibi, kütüphane gibi düzenlenmiş. Derviş Karadeniz bey Alevi dedesiymiş, lakabı "Hakyemez Derviş" imiş, bu kafemsi yerin duvarlarında ve kitaplarında hem Aleviliğin hem Türk solunun esintileri bolca mevcut. Buradaki sohbet sırasında 60 kuşağı Bezirganlıların köye geri döndüğünden, buraları iyileştirmek, güzelleştirmek için çabaladığından, küçük turizm girişimlerinin başladığından bahsettiler. Arazi fiyatlarının eskiye nazaran oldukça arttığından, ama daha gidecek çok yolu olduğunu anlattılar. Bir de zamanında okul yolu olarak kullandıkları Likya Yolu'nun Bezirgan - Sarnıçbaşı parçasından - o dağ yamacını sabahları nasıl inip akşamları nasıl tırmandıklarını anlatıp bizi o yolu (yokuş aşağı da olsa) yürümeye teşvik ettiler. Biz de "buraya bir sabah kahvaltıya da gelir miyiz?" diye düşünerek yaklaşık 3 saat zaman geçirdikten sonra önce Üzümlü'ye, sonra İslamlar'a gittik. 

                                       


                                                            Hakyemez Derviş'in kahvesi


Kahvenin içi


Üzümlü ve İslamlar köyleri pek düzde değil, daha dağ yamacında, Bezirgan gibi inip dolaşacak çok bir yer yok. Özellikle İslamlar'da "muhafazakar villa" konsepti hakim, burada kalmayanlar da İslamlar'a alabalık yemek için geliyorlar. Vadi boyunca taa uzaklardan denize bakan çokça restoran var, sanıyorum tamamının konsepti de meze- tereyağında alabalık üstüne kurulu, fiyatları benzer. Çoğunda alkol bulunuyor, tereyağında köy peyniri kızartması ve patlıcan kızartma da olmazsa olmaz mezeler.

İslamlar'dan Kalkan manzarası


Bezirgan huzuru ve temizliğiyle aklımızda o kadar yer etti ki, tam bir hafta sonra buraya yeniden gelip ilk gelişimizde bizi ısrarla içeri davet edip aşure ikram eden Pirha'ya kahvaltıya geldik. Ama ne kahvaltı: o meyve ağaçlarının altında sakinlikte üç saatten fazla oturduk, üç demlik çay içtik, ağaçlardan yeni toplanmış erik ve elma yedik. Buralara gelinirse atlanmayacak bir yer de varsa o da Bezirgan olmalı!

Pirha'nın bereketli bahçesi...


...ve muhteşem kahvaltısı!


KAŞ

Kaş'ta denize girmek Kalkan'dan daha mı zor, yoksa daha geniş ve görece dağınık olduğu için mi bize öyle geldi bilmiyorum... Bu tatilde deneyimlediğimiz yerler aşağıdaki gibi, daha önce gidip çok da beğendiğimiz Hidayet Koyu'ndaki Blanca Beach için internette "çok yoğun, sabah erkenden gidince bile zor yer bulunuyor" gibi yorumlar vardı - bu sefer plana almadık. Limanağzı ise teknelerle gidilip gelindiği ve tam olarak ne gibi bir "cennet" vadettiğinden emin olamadığım için beni kendinden hep bir adım ötede tutuyor.

Kaputaş Plajı

Bu bölgenin en ünlü, en muhteşem görünen plajı tartışmasız Kaputaş! Bembeyaz kumları, muhteşem turkuaz denizi, sırtında uzanan dev dağda uzanan derin yarıkla bir yanı ürkütücü, ama kesinlikle doğanın mucizesi. Kaputaş'a erken gelmezseniz aracınıza (ve muhtemeldir ki kendinize) yer bulmanız oldukça zor, bu yüzden sabah erken saatlerde gelinmesi iyi olur. Herkesin erkeni farklı elbet, biz 9 gibi buradaydık ve Kaputaş'ın alameti farikası koca dalgaları yine yerli yerindeydi. Daha erken saatte gelinse deniz daha sakin olur mu deneyip görmek gerek. Buradaki tesisler belediyeye ait ancak fiyatları Kalkan'dan çok Patara seviyesinde. 

Gündüz fotoğrafları zaten meşhur, bu da gece sakinliğinde Kaputaş


Mavi Mağara

Kaputaş'ın az ilerisinde Mavi Mağara diye bir kahverengi tabela var, ama buradan aşağı inmek, mağarayı görmek mümkün değil. Buraya ancak özel küçük teknelerle ulaşılabiliyormuş, onların da günlüğü 2500 - 3000TL civarında. Biz iki kişi olunca çok pahalı geldi, aslında başta "insan vücudunu mavi gibi görüyor" dedikleri bu oluşumu çok merak etmemize rağmen planımızdan çıkardık.

Seyret Çakılı Plajı

Buranın adı haritalarda göründüğü gibi (ve söylenişi daha kolay olan) "Seyrek Çakıl" mı, yoksa belediyenin koyduğu tabelada yazdığı gibi "Seyret Çakılı" mı hala emin değilim! Kaputaş'ın bir yaklaşığı gibi, kum yerine küçük çakıllı sahili, turkuazla başlayan güzel bir denizi ve zakkumların altına yerleştirilmiş şahane duşları var. Aşırı kalabalık olmadığı için tercih edilebilir bir koy.

Mai Tai Beach

Kaş merkeze girmeden, 2019'da konakladığımız Kaşköy Pansiyon'a ait iskelenin yanına konuşlanmış bir tesis, bir şubeleri de Lara'daymış. Burayı tercih etmemizin sebebi hem buradaki denizin güzelliği, hem de tesisin sakinliği oldu. Kişi başı 50şer TL şezlong ve 20TL şemsiye ücretiyle bu tatilde girdiğimiz en pahalı beach burasıydı. Çukurbağ'daki Hidayet Koyu'nda Blanca Beach'in de benzer fiyatlarda olduğunu düşününce, en azından sakindi diyerek kendimizi avuttuk :) 

Büyükçakıl Plajı

Kaş merkezde, Çukurbağ yarımadası dışında denize girilebilecek ana plajlar Küçükçakıl, Büyükçakıl ve yat limanından kişi başı gidiş dönüş 50TL karşılığında ulaşılabilen Limanağzı. Bu kez Büyükçakıl'dan denize girdik, bu koy genişçe ve üç ayrı işletme bulunuyor. Alan büyük olmasına rağmen insan sayısı hiç az değildi, hem yüzen hem şezlonglarda oturanlar oldukça yoğundu. Genel olarak deniz ve ortam güzel, biz burada şezlong almadan doğruca yüzüp ayrıldık, ancak fiyatların görece makul olduğunu tahmin ediyorum. Tabii buraya ulaşmak için Kaş'ın içindeki korkunç yoğun araç trafiğinden geçmek zorunda olduğunuzu da söylemek lazım...

DEMRE

Demre'nin alametifarikası Noel Baba (St. Nikola) Kilisesi ve kaya mezarlarıyla ünlü Myra antik kenti. Bu seyahatte Noel Baba Kilisesi'ne tekrar gitmedik ama Demre'de denize girdik! Şehrin merkezinin doğrudan denize kıyısı yok ama aslında oldukça yakın. Andriake (Çayağzı)'ye Likya Uygarlıkları Müzesi kurulmuş, buradan doğuya doğru devam edince önce kumluk Sülüklü Plajı, sonra da taşlık Taşdibi Plajı geliyor. Nedense internette arayınca hep Sülüklü Plajı önerilmiş, ama Taşdibi bizim gözümüzde çok daha güzel göründüğü için tam akşamüstü saatlerinde, 18:00 sularında tertemiz suyuna kendimizi bıraktık. Burası Konyaaltı misali uzun, çakıllık bir plaj ve denizi hızlıca derinleşiyor. Bizim için asıl sürpriz güneşin doğruca denizin içine batması oldu; meğer öyle bir koymuş ki burası ufuk çizgisi tam batıdaymış. Biz denizdeyken önce güneş usul usul battı, sonra da güneşin battığı yerden kocaman bir dolunay doğdu! Herhalde hayatımda denizde geçirdiğim en sihirli zaman dilimiydi. Güneşin batmasından sonra deniz hafif üşütene kadar suda kaldık... Burada Taş diye belediyeye ait bir işletme var, biz orada zaman geçirmedik ama akşam saatlerinde de kocaman bir barı olan, ışıltısından çok bir şey kaybetmeyen bir tesisti. Demre'de yemek yemek için merkezde, Myra'nın yakınlarındaki turistik Türk mutfağı restoranlarından birine, Gaziantep Restoran'a oturduk. 

ANTİK KENTLER

2021 yazına, Kalkan'daki muhteşem zamanlara damga vuran; kuşkusuz çoğu Likya birliğine ait antik kentler oldu. Kimi düzenli, kimi düzensiz bu antik kentlere, bazen hiçbir yere gitmeyen kahverengi tabelaları takip ede ede, ekseriyetle yokuşlar tırmanarak, bazen kolumuzu bacağımızı çalılara çizdirerek ulaşmaya çalıştık; kimi zaman başaramasak da şahane manzaralar gördük. Hititlerin "Lukka" (ışık ülkesi) olarak adlandırdığı bu bölgede MÖ 10.yy'a dayanan uygarlıkların izini sürmek, neredeyse başımızı her çevirdiğimiz tepede bizi selamlayan kaya mezarlarıyla iç içe olmak heyecan vericiydi.

Myra Antik Kenti

Demre'nin merkezinde, oldukça bilinen, gayet iyi düzenlenmiş küçük ama etkileyici bir yer Myra. Likya birliğinin en büyük altı şehrinden biriymiş. Ev tipi ve oyma kaya mezarlarıyla ünlü, bir de antik tiyatronun çevresinde sizi karşılayan tiyatro masklarıyla ünlü. Kazılar 2009 yılında başlamış, hala devam ediyor. Myra merkezin denize kıyısı olmayınca Myralılar liman olarak Andriake'yi (Çayağzı) kullanmışlar. St. Nikolaus Myra'nın psikoposluğunu yapmış, St. Nikolaus Kilisesi de kendisinin ölümünden sonra MS 6.yyda inşa edilmiş. Kilisenin içinde St.Nikolaus'un lahit mezarı da bulunuyor.

Myra'nın alametifarikası tiyatro mask oymaları

Ve kaya mezarları

Amfitiyatro


Andriake (Çayağzı) ve Likya Uygarlıkları Müzesi

Andriake, Myra'nın liman kenti olarak kullanılmış. Antik kentin işlik, sarnıç, tersane kalıntılarının içinden geçerek şu anda müzeye dönüştürülmüş tahıl ambarına (Granarium) ulaşılıyor. Andriake'de müreks adı verilen deniz salyangozlarından mor renkli boya maddesi üretimi yapılırmış. 


Granarium - dışarıdan görünüm





Müze, tahıl ambarının odacıkları içinde kısım kısım düzenlenmiş. Genel olarak bilgilendirme panolarından ve Likya kentlerindeki buluntulardan oluşuyor, ancak mesela Çorum'daki müzeyle ya da Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'yle kıyaslanamayacak kadar mütevazı. Antik kentlerdeki buluntulardan örnekler de var, ancak en önemlileri ya kentlerde duruyor ya da maalesef yurt dışında...






Kyaneai 

Demre - Kaş arasında sağda iki yerde Kyaneai antik kenti tabelası bulunuyor. Myra ziyareti dönüşü hava akşama dönerken önce ilk sapaktan girdik, bizi Yavu köyünün içine çıkardı. Baktık yol dağa doğru çok yokuşlanıyor, arabadan inip yürüyebilir miyiz diye anlamaya çalışırken evin önünde oturan iki teyzeye denk geldik. "Dün de iki kız geldi buradan yukarı çıkacaklarmış, kızım sizin aklınız kıt mı dedik buradan çıkılır mı hiç yukarı!" Meğer doğru giriş bir sonraki sapaktanmış, anlaşılan köyün içindeki çıkış yürünecek gibi değilmiş. Biz yine yılmadık, arabaya binip bir sonraki sapaktan yine sağa girdik. Yol bir noktadan sonra stabilizelikten çıkıp iri taşlarla dolu bir hale geldi, arabayı (şansımızı zorlayarak) çıkarabildiğimiz son yere kadar çıkardık, sonra inip biraz da kendimiz tırmandık. Açıkçası haritaların götürdüğü yere geldiğimizi düşündük ama ortalıkta ne yorumlarda bahsedilen amfi tiyatro, ne de tek bir kaya mezarı vardı... Etraf o kadar ıssız, işaretsiz ve güneş o kadar batmaya yakındı ki, Kyaneai macerasını kırık bir anı olarak bırakıp, arabayı sağ salim (şansımızı ikinci kez zorlayarak) terse yöne çevirip Kalkan'a geri döndük.

Hoyran - Istlada

Kaş - Antalya yönünde yolun sağında solunda pek çok kahverengi tabela var. Biz Hoyran'a girmeden önce yoldaki diğer iki tabelaya; Phellos ve Isinda'ya saptık; ancak ikisinde de uzun yürüyüşler ve kapalı ayakkabı gerektirdiğini anlatan tabelalar görünce hevesimizi daha hazırlıklı geleceğimiz başka bir güne erteledik. Hoş, Isinda'ya ayakkabımızı giyip geldiğimiz günde de bulduğumuzu sandığımız yürüyüş rotasını nihayetlendiremedik, tepeye tırmanırken koyunlarını otlatan bir teyzeye denk geldik, teyze "bu yol çok zorlu, diğerinden gidin" dedi, sonra aşağı inip, arabayla dağın diğer yüzüne geçtik ve oradan tırmanmaya başladık. Evet, burası daha az otlu ama daha dik bir yoldu, belli bir seviyeye kadar tırmandıktan sonra önce ben daha fazla geniş adımla tırmanış yapamayacağımı anlayıp pes ettim, sonra canım.

Hoyran tabelası bizi daha insaflı bir yere çıkardı: arabayı Hoyran köyünde bırakıp yine oralı teyzelere kalıntılara nasıl gidebileceğimizi sorduk, sağ olsunlar tarif ettiler. 15-20 dakikalık yürüyüş olduğunu söyledikleri için spor ayakkabılarımız olmasa da deneyebiliriz diye düşündük ve bingo! Bacaklarımızı biraz çalılara yem ederek de olsa kısa süre sonra kalıntılara ve şahane bir manzaraya ulaştık. Biraz daha tepeye çıkabilsek Kekova'yı yukarıdan görebilirmişiz meğer, ama bunu baştan bilsek de tepeye terliklerle daha fazla tırmanmayı herhalde göze alamazdık...


Hoyran

Bizim çıktığımız seviyede Hoyran'dan manzara - daha da tırmansak ne görürdük acaba?

Tlos

Likya birliğinin 3 oy hakkına sahip en büyük altı kentinden Tlos, Fethiye - Kaş arasında, Yaka köyü yakınlarında kalıyor. Daha önce Fethiye/Göcek'ten Antalya tarafına gelirken hep Kaş yönünü tercih ettiğimiz için hiç bu tarafa gitmemiştik. Kaş ve Kalkan'dan çıkan günlük turcuların programlarının başını çeken Tlos-Saklıkent Kanyonu paketini yapmak için sabah erken saatte, kahvaltı etmeden çıkıp önce güneş tepemize çıkmadan Tlos'a ulaştık. Burası Müzekart geçen, yarı düzenlenmiş bir antik kent. 2021 yılı itibarıyla tepedeki yerleşim alanını, yoldan geçerken insanın aklını başından alan kaya mezarlarını ve kalesini gezmek mümkün ancak hipodrom, hamam, amfi tiyatro gibi geniş alanlarında kazı çalışmaları devam ediyor. Yani 3-5 sene sonra yeniden ziyaret edilmeyi kesinlikle hak ediyor! Tlos, Likya'nın en geniş alanlı kentiymiş, mahalle ve köylerden oluşurmuş; bu yüzden Hitit kaynaklarında "şehir" yerine "ülke" olarak anıldığından bahsediliyor.

Sabah erken olmasına rağmen günlük turcular da bizimle birlikte buraya ulaşmıştı, şehri bir otobüs ve bir seri jip turcusuyla aynı anda gezdik. Böylelikle bu seyahatte bulunduğumuz en kalabalık antik kent oldu.












Yakapark

Tlos antik kentinden çıkınca program otomatik olarak Yakapark ile devam ediyor :) Zaten aç olduğumuz ve saat de tam öğle vaktini gösterdiği için buranın ağaç altı serinliğinde kahvaltı edip bir demlik çay içmek bize çok iyi geldi. İçerideki minik şelalelin buz gibi suyuna el-ayak sokarak bir sonraki durağımız Saklıkent Kanyonu'na bir nevi hazırlık yaptık.




Saklıkent Kanyonu

Fethiye ya da Kaş'taki tatilcilerin görmeden dönmeyin dediği Saklıkent Kanyonu'na bu sene gidebildik. Akdağlar'dan doğarak Antalya-Muğla sınırını çizen, Xanthos'a, Tlos'a hayat veren Eşen Çayı, Saklıkent Kanyonu'ndaki suyun da kaynağını oluşturuyor. Eşen'in Karaçay kolunun üstünde bulunan kanyonu 1988 yılında sürüsünü otlatan Çoban Ekrem keşfetmiş ve kanyon 1996 yılında milli park statüsü kazanana kadar işletme hakkını almış. Kanyon 18km uzunluğunda, yüksekliği ise yer yer 600m'yi buluyor. Kanyonun içinde çıplak ayakla yürümek hem rahatsız hem tehlikeli olacağından, terlikleri de girişte var gücüyle akan suya kaptırmak işten bile olmadığından buraya mutlaka ayaktan çıkmayacak, suya dayanıklı bir ayakkabıyla gelmek gerekiyor. Eğer tedariksiz geldiyseniz kanyon girişinde cüzi fiyatlarla plastik ayakkabı satışı ve kiralaması yapıyorlar (pandemi sebebiyle bu sene kiralamıyorlardı). 

Kanyona dar bir asma köprüden geçerek giriliyor; önce kafeteryalar, dondurmacılarla dolu bir alan, sonra buz gibi gürül gürül akan su... Orayı geçmek bir mesele, hem suyun debisi çok yüksek, dengede kalmak efor gerektiriyor; hem de su o kadar soğuk ki 4-5 saniye sonra insanın ayakları uyuşuyor. Biz gittiğimizde su en fazla 30-35cm yüksekliğindeydi, zaten ilk girişi geçtikten sonra kanyon boyunca oldukça azalıyor, neredeyse kuru ya da nemli bir zeminde yürünüyor. Ziyaretçilerden biri bundan 7-8 sene önce tüm yürüyüş yolu boyunca su içinde yüründüğünden bahsetti, suyun ne kadar çekildiğini düşününce insan üzülüyor... Benzer bir durum kil için de geçerli, sanki buranın tanıtımlarında neredeyse tüm vücudunu kile bulayan insanların fotoğraflarını görüyordum, ama gezerken kanyonun eteklerinde birikmiş temiz kil bulunca ancak ellerinize ve yüzünüze sürebiliyorsunuz...

Kanyonun girişinde ücretsiz baretler var, çok derinlere gitmek için gerekli olabilir. Biz uzunca bir süre yürüyüp birilerinin yardımıyla bile tırmanmayı gözümüzün kesmediği (daha doğrusu fit'lik seviyemizin yetmediği) bir geçitten geri döndük :) Saklıkent'te rafting de yapılabiliyor, ama parkuru takip edemedim, kanyonun içinde su olmadığına göre dışında, akarsu üstünde yapılıyor olsa gerek. 








Pinara

Saklıkent'ten Kalkan'a dönerken planımızda aslında olmayan, ama bir yandan da hep "gördüğümüz kahverengi tabelalara olabildiğince bakalım" arzumuza yenik düşüp Pinara ayrımından içeri girdik. Minare Köyü'ne ulaşınca, dağa sarılan stabilize yolu zorlamamaya karar vererek yukarı giden 5km'lik parkuru tırmanmaya başladık. Buranın yolu asla Kyaneai gibi değilmiş, arabayla çıkmaya çok daha elverişliymiş, ama bizim için güzel bir akşamüstü tırmanışı oldu. Kah yokuş, kah düz giden yolu kat etmeye çalışırken bir süre sonra başımızı kaldırdığımızda bizi muhteşem bir mücevher karşıladı: Pinara'nın sonsuz sayıdaki kaya mezarları!




Yol bitip de Pinara'nın girişine geldiğimizde küçük bir kulübede bir görevli olduğunu gördük. Giriş ücretsiz, ama görevli gelenleri bir broşürle karşılayıp kaba yürüyüş rotasını tarif ediyor. Sonrası size kalmış, dağın yüzüne oyulmuş yüzlerce kaya mezarının ve lahitin yakınına tırmanıp patikayı takip ederek şehrin diğer kısımları gezilebiliyor. Pinara, rivayete göre nüfusu çok artan Xanthos'un yaşlılarınca Kragos dağının (Babadağ) eteklerinde, yuvarlak bir tepeye kurulmuş bir kentmiş, adı da "yuvarlak" anlamına geliyormuş. Pinara da Likya Birliği'nde 3 oy hakkına sahip olan altı kentten biri, dümdüz dağa nasıl oyulduğunu akıl almayan yüzlerce mezardan sonra hamamını, tiyatrosunu, agorasını da görünce ne kadar büyük olduğunu anlıyorsunuz. Bir de ellenmemiş, sanki dün terk edilmiş gibi tüm sessizliği, heybeti ve gerçekliğiyle duruyor olması etkisini bir kat daha arttırıyor.





Sanki daha dün terk olunmuş gibi...








Pinara bu gezinin bize sunduğu en büyük ve görkemli sürpriz oldu. Bir daha gider o yokuşları tırmanır mısın deseler, kesinlikle değer!

Delikkemer

Geldik gezinin "tabelası bile olmayan" gizli hazinesine: Delikkemer! Bir zamanlar değirmenleriyle ünlü İslamlar'dan Patara'ya su taşımak için kullanılan 22km'lik su kemeri... Şimdi geriye Patara - Kalkan arasında, Fırnaz Koyu'nun sırtındaki 200mlik kısmı kalmış. Fırnaz tabelasından girip biraz ilerleyince arabayı koca bir ağacın gölgesine emanet edip, yolun karşısına geçip biraz tırmanınca kemere ulaşıyorsunuz. Ters sifon mantığıyla çalışan, birbirine geçmeli ortası delik taşlardan oluşan yapı, zamanı için mühendislik harikası sayılıyormuş. Korkmadan üstüne çıkıp biraz ilerlemekte fayda var; muhteşem bir Fırnaz - Kalamar Koyu manzarasına kavuşturuyor! Biraz yürüyüş katmak isteyenler kemerin aşağısına uzanan Likya yolu işaretlerini takip ederek Fırnaz'a inebilir, ya da bizim gibi macerayı tadında bırakıp en aşağı inmeden, kara yoluyla ulaşım olmayan şahane Fırnaz'ı ve ona misafir olan tekneleri yukarıdan izleyebilir. Koya inilse bile denize girdikten sonra geri tırmanmak oldukça zahmetli olur.





Delikkemer'in üstünden Fırnaz manzarası


Sidyma

Sidyma yönlendirme tabelalarına aslında Tlos yolunda rastlamış, ama o gün burayı pas geçmiştik. Tatilin son gününü daha sakin, Kalkan'ın tadına vararak geçirmek istediğimizden emindik; sondan ikinci gün Sidyma ve Telmessos'u görmek üzere Fethiye tarafına yollandık. Sidyma oklarını takip ede ede geldiğimiz Dodurga Köyü'nde arabayı uygun bir yere park edip etrafı dolaşmaya başladık. Evlerin aralarına gizlenmiş küçük lahitler, tek tük kalıntılar... bu kadar mı yani? Yoldaki yürüyüş rotası işaretlerini takip ederek küçük bir tur attıktan sonra buranın da Hoyran gibi çok da geniş olmayan bir alanda kurulu bir kent olduğunu, ve hatta kalıntıların üstünde yaşandığını düşünerek arabaya geri yollandık. Tam o sırada arabanın gölgesine sığındığı çınarın yanında Dodurgalı teyzeye denk geldik. İyi ki kendisi bize "Büyük mezarları gördünüz mü? Yüz kabartmalarını gördünüz mü?" diye sordu, iyi ki yolu tarif etti; yoksa biz "tamam" deyip burayı terk edecektik! Tarif ettiği yoldan, ağaçların, bitkilerin ev evlerin arasından ilerleyince bizi hazine karşıladı! "Kabartmalar" diye anlattığı meğer 9m yüksekliğindeki Artemis mabediymiş. Çevresinde de türlü türlü kaya mezarları, kalıntılar, sarı, geniş bir araziye yayılmış, sessizliğin ve yalnızlığın tadına doyasıya varılabilecek bir eski yaşam alanı... Tabelalar neden bu kadar ters konmuş, neden insanlar bulamasın da dönsün diye sanki özel bir çaba sarf edilmiş anlamak mümkün değil... Burası gezdiğimiz yerler içinde bizi en çok şaşırtan ve heyecanlandıranların arasına girdi elbette. 






Artemis mabedi














Dönüşte teyze bizi bekliyordu, bilmem kaç kere teşekkür ettik ama çay ısrarına karşı durabildik; arabaya atlayıp Telmessos yoluna düştük.


Telmessos

Böyle bir yer aslında yok! Haritaların bizi götürdüğü yer Fethiye'nin merkezi. Tamam, çok güzel, buradaki Amintos kaya mezarlarını biliyoruz, daha önce geldik, gezdik, Fethiye koyu manzarasına hayran kaldık. Peki Telmessos  nerede? Meğer bu mezarları ve mezarların az aşağısındaki (ama 2021 yazında restorasyonda olan) antik tiyatronun birleşimiymiş! Ah Google, bir tane mi buna dair bilgi vermezsin :) Telmessos sevdası maceramız Fethiye merkezde yatlar boyunca yürüyüş, Baba Dondurma'da kısa bir mola, Çalış'ta "denize girmeye değer mi, yoksa evde manzaraya karşı rakı keyfine mi kaçalım?" kararsızlığı ve tabii ki çok da favorimiz olmayan Çalış'ı hızla terk etmekle sonuçlandı.

Amintos mezarı

Aphrodisias
Bütün geziyi Likya içinde tutmadık, son dakikada rotayı Ege'ye çevirince uzun yıllardır methini duyup merak ettiğimiz Karya kenti Aphrodisias'ı da programa katma şansımız oldu. Bugün Aydın'ın Karacasu ilçesinde bulunan Afrodisias aslında tanrıça Afrodit'e adanan kentlerin ortak adıymış, ama burası içlerinde en ünlü olanı. Kentin kuruluşu MÖ 2. yüzyıla tarihleniyor, o dönemde burada yaklaşık 1 km2'lik alanda 15.000 kişi yaşıyormuş. MÖ 1. yüzyılda Roma imparatoru Augustus "Tüm Asya'dan kendime bu şehri seçtim" sözleriyle kenti korumasına almış; bugüne kalan tüm buluntular bu koruma kararını takip eden 250 yıl içinde ortaya çıkmış. MS 3. yüzyılın sonlarında kent, Karya'nın başkenti olmuş, MS 6. yüzyılda önemini yitirmeye başlamış, MS 12. yüzyılda ise tamamen terk edilmiş.

Kentin en ilginç yanlarından biri, bence keşfedilme öyküsü. 1958 yılında o dönemde gazetecilik yapan ünlü fotoğrafçı Ara Güler, bir baraj açılışı için Karacasu'ya gitmek üzere yola çıkar. Şoförün "ben kestirme bir yol biliyorum" demesiyle saptıkları yolda kaybolurlar ve akşam karanlığında gördükleri ışığa doğru yol alırlar. Ulaştıkları köyde, köylülerin kahvede lüks lambası ışığında sütun başlarını masa yapıp oyun oynadıklarını fark eder. Ara Güler'in deyişiyle, "sütun başlıkları beni buradan kurtar diye çığlık atmaktadır". Güler'in buranın fotoğraflar, uzun çabaları sonucu Amerikalı Horizon dergisinin ilgisini çeker ve Amerikalı arkeologlar gelip bölgeyi inceler. 1961 yılında da New York Üniversitesi'nden Prof. Dr. Kenan Erim, kazı çalışmalarını başlatır. Kentin içinde yaşayan Geyre köylülerini de yakında başka bir alana taşırlar.

Erim 1961'den ölümüne (1990'a) kadar Afrodisias kazılarına başkanlık eder. Afrodisias'taki kazı çalışmaları 2021 yazı itibarıyla hala devam ediyordu, buradan çıkarılan çoğu mermer heykellerden iki koca müze oluşturulmuş. Erim'in adı Afrodisias kazıları ile öyle bütünleşir ki, antik kentin Anıtsal Tören Kapısı'nın güneyine, "sevgilisinin koynuna" gömülür. Kentten çıkarken bir anda görüp şok olmuş ve çok etkilenmiştim, kesinlikle hayatımda gördüğüm, duyduğum en anlamlı mezar yeri...

Antik kentin girişinde Afrodisias Müzesi var. İçeri girerken ne göreceğimiz hakkında net bir fikrimiz yoktu, meğer her taraf heykellerle bezeliymiş! Afrodisias, döneminin sanat merkeziymiş ve kente yakın mermer ocaklarının etkisiyle mermer heykelleriyle ünlüymüş. Kentten çıkarılan heykeller ve lahitler bu müzede sergileniyor.


Pisagor ve Soktates


Mevsimler Lahiti - sonbahar, kış, ilkbahar, yaz

Afrodit alınlığı


Müzede çok sayıda kabartma ve heykel var. Kabartmaların korunma hikayesi ise şöyle: Kabartmaların her biri 10-20 parça halinde ortaya çıkarılmış ve ilk olarak 1979-1981 yılları arasında restore edilmiş. Müzede sergilenebilir duruma getirilmeleri için de sonrasında yeniden parçalarına ayrılmış, paslanmış çelik pimler çıkarılmış, mermer parçalar temizlenip daha sıkı şekilde birleştirilmiş.


Aşağıdaki kabartmada Promethus'un acı içinde haykırmasının tasviri çok gerçekçi.
Herakles tarafından kurtarılan Promethus


Müzeyi bitirdikten sonra antik kentin açık alanlarını görmeye sıra geliyor. Alan oldukça geniş ve neredeyse her yerde görülecek bir şeyler var. Buraya bizim gibi 2-2,5 saat ayırmak çok doğru bir karar değil; daha uzun zaman ayırmak gerekiyor.
Amfitiyatro

Sebasteion binası (sol) ve  İmparatorlar tapınağı


Kabartmalar


Kazı çalışmaları hala sürüyor

Şehrin yerel yönetiminin toplandığı meclis binası

Tapınak - Afrodit tapınağı olarak yapılıp MS 500 yılında kiliseye çevrilmiş.


Hadrian hamamı - MS 2. yy'da yapılıp Roma imparatoru Hadrian'a adanmış


Stadyum


Afrodit tapınağına girişi sağlayan kutsal kapı Tetrapylon
Tetrapylon

Tetrapylon'un kabartmalı alınlıkları

Aphrodisias lahitleri bu alana toplanmış



Bu yazıyı tamamlamam tam dört ayımı aldı! Öyle ki bazı yerleri yazarken hafızamdan çok fotoğraflara, Foursquare'e ve Google'a güvendim. Ama çok sağlam bir sebebim var: Bütün bu yazının anlattığı o on dört gün, bize hayatımızın en büyük sürprizini vermiş meğer, evimize dönene kadar bilmiyorduk. Sonrası kafa karışıklığı, dünya değişikliği, odaklanamama zaten - birtakım haklı sebepler.

Bu tatili zaten unutamazdık, o kadar sevdik, o kadar mutluyduk ama; artık anlamı daha büyük, daha farklı bizim için.

Sunduğun her şey için teşekkürler Kalkan!

26.12.2021 Pazar, 10:57, Manisa

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Optimum Denge Modeli - 1 Eğitimi

Can Yarısı Azerbaycan

Turist misiniz efenim? - İsviçre (4)