Kayıtlar

Mart, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

TED'le 21 Gün

5. Gün Hayat çok yorucu. Şimdiden. Birçoğumuz için. Hele büyük şehirlerde, özel sektörde, bu devirde, Türkiye'de, hele ki Türkiye'nin bugünlerinde daha da yorucu. Mesela bugün, işte inanılmaz bir koşturmaca içindeydim. Gün içinde koşturmaktan ve toplantılardan yetişemediğim, ve yarın da bambaşka işlerle meşgul olacağım için yetişemeyeceğim işleri tamamlamak için iki saat geç ve baş ağrısıyla çıktım ofisten, akşam yemeğimi normalden çok daha geç yiyebildim. Dinlenmeyi isterdim, ama mutfağı toplamam ve yarın akşam yiyebilmek için yemek yapmam gerekiyordu, onları hallettim. Oturabildiğimde ise ülkenin kahredici gündemine yetişmeye çalıştım. Eğer dinlenmek, rahatlamak biraz olsun kendi dünyana çekilip günlük hayhuyu unutmaksa, kimse kusura bakmasın ama bu sıralarda hiç içimden gelmiyor. Aslında uzun zamandır gelmiyor, Gezi'den beri. Ama bu sıralar durum daha da kötü, bulutlar daha da kara. İşte böyle bir günde, TED'de bu defa "şaşırt beni" opsiyonunu kullandım

TED'le 21 Gün

4. Gün Aslında bugün 4. gün değil 6. gün, ama haftasonu aksamasına uğradım. Eh, olur o kadar. Bu kısa konuşma, kişinin kendine kısa dönemli hedefler koymasıyla ilgili. Ecnebinin challenge (zorlu iş, görev, meydan okuma demiş sözlükler) dediği şey hani. Biraz zorluğu da olan, olmayanı oldurmaya çalışan kısa dönemli hedefler. Matt Cutts burada 30 gün boyunca yeni bir şey denemekten, hep yapmak istediğin şey 30 günle sınırlayarak yapmakla başlamaktan bahsediyor. Bu aslında benim tam da bu dönem üzerinde çalıştığım şeyle denk düştü. Önce şu 200 squats challange'a başladım, programı ara sıra aksatarak da olsa tamamladım! Artık bir antrenmanda ben de 200 squat yapabiliyorum, tek seferde ise 150 kadar yapabiliyorum. Şimdi spor için yeni bir program (ama yine bu şekilde bir zaman/adet hedefi olanından) bulmam gerek. TED'le 21 gün de tam da bu türden bir challenge. Aslında mantık basit ve aynı: kendini disipline et, zorla, kimyan tutarsa zaten hayatının bir parçası haline gelir. Kon

TED'le 21 Gün

3. Gün Bu TED işine iyi sardırdım. Akşam konuşma izleyeceğim diye ofisten eve bilgisayar taşımaya katlanıyorum yahu : ) Bazen düşünürüm, acaba ortaokuldan sonra fen lisesine değil de güzel sanatlar lisesine gitsem nasıl bir hayatım olurdu diye. Ya da dersleri çok takmayıp okurken kendimi müziğe dansa daha çok verseydim. Hani şu dans kursunda sürekli pratiğe gelip şimdilerde dans eğitmeni olan, yarışmalara katılan arkadaşlar gibi mesela. Ya da baştan şan okuyanlar gibi. Ya da okulda gruplarda söylemeye başlayıp o yolda devam edenler gibi. Olmadı ama, olamadı. Biraz bastırıldım, biraz korktum, biraz da "formatlandığım" için "doğru ve iyi yol"un okul ve akademi olduğuna inandım. İşte bu konuşma tam da bunu anlatıyor. Eğitim sisteminin dünyanın her yerinde nasıl tekdüze olduğundan, aynı eğitimden geçen yüzbinlerce insanın artık hiçbir fark yaratmadığından (ve bu farksızlığın insanları acımasız bir rekabete ve değersizleşmeye ittiğinden), aslında herkesin "yeteri

TED'le 21 gün

2. Gün Bugünün konuşması evlilik üzerine: " What You Don't Know About Marriage ". Hayır, o kadar da ciddi değil. Bildiğimiz/düşünebildiğimiz birkaç gerçeğin esprili bir dille anlatımı. Sözün kısası: En sevdiğinizle evlenirseniz ömrünüz uzar. Pozitif olursanız, destekçi ve yardımcı olursanız birbirinizi daha çekici bulur ve daha çok bağlanırsınız. Peki fiziksel olarak? Jenna McCarthy'nin söylediğine göre kadınların eşlerinden daha iyi görünümlü ve zayıf olması karşılıklı fiziksel tatmin için yeterli! Önemli bir argüman da, yakın arkadaş olunan bir çiftin boşanmasından sonra sizin boşanma ihtimalinizin de 75% kadar arttığı bulgusu. Sanırım insanlar kendilerine yakın ve eş buldukları durumlarda beklenmedik bir gelişme olunca sanki kendi başlarına gelmiş gibi düşünmeye, hissetmeye, kendileri o durumdaymış gibi sorgulamalara başlıyorlar. Bazen ortada olmayan konular için bile simülasyonlar yapmaya başlamak insanı en çok yoran şeylerin başında geliyor. Bırak olunca düşün

TED'le 21 gün

1. Gün TED'le 21 gün programına Predictably Irrational kitabını okuyup tespitlerini oldukça beğendiğim Dan Ariely ile başladım, önce "Are We In Control of Our Decisions?" (Kararlarımızı Kontrol Edebilir miyiz?) sonra "Our Buggy Moral Code" (Hatalı Ahlak Kodlarımız). Benim için biraz tekrar ve hafıza tazeleme oldu, hem de bu programa tanıdık birinin fikirleriyle başlamış oldum. Karar mekanizmasını işletmek zordur, özellikle benim gibi kararsız insanlar için. Ariely'nin değindikleri bana tam uyuyor aslında: Bazen işler olacağına varsın diye karar vermekten kaçınarak bir başkasının bizim adımıza dizayn ettiği kararlara uymuş buluruz kendimizi, ya da buna çoktan razı oluruz. Kadercilik anlayışı da denebilir adına, varsa Tanrı, ya da alınması gereken kararın diğer uçlarından çekiştiren başkalarının aksiyonlarına göre bizim de yolumuz çiziliverir. İşleri akışına bırakmak bu noktada bir karar mıdır yoksa kabulleniş mi, tartışmak gerek. Konuşma burada . Yetinme