Kayıtlar

Şubat, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Taşyapıt

İçimde çok uzun zaman önce yerinden oynamış taşlar vardı. Köşeleri her kıpırdayışımda tenime batan, canımı acıtan, ruhumu kanatan - bazıları kırıktı çünkü. Kırılmıştı. Hem yerinden oynamış, hem kırılmış. Ne tamirsiz!  Küçükken deniz kıyısındaki çakıl taşlarını birbirine sürterdim bazen. Bizim oranın denizinde çakıl taşları vardır, ince kum değil, renkli taşlar. Genelde gri. Çok mu baktım onlara bilmiyorum, benim de hayatım griye boyandı bir müddet. O taşları birbirine sürtüp nasıl yuvarlandıklarını düşünürdüm. Hepsi ovaldi çünkü, çıplak ayakla basılınca insanın ayağına iğne ya da diken gibi batmazdı. Benim içimdeki taşların uçları da yuvarlandığında anladım ki bunu gerçekleştiren fizikçilerin iddia ettiği gibi sürtünme ya da aşınma değil, zamanmış.  Yuvarlanan köşeler acıtmaz olunca tamirsizliğini unuttum içimin. Oldum sandım. Eskiden her nasıl idiysem, ki çok da hatırlamıyorum aslında - birhaylifazla yıl önce ediyor çünkü o eski, yine öyleyim sandım. Ya da büyüdüm sandım.