Can Yarısı Azerbaycan

Bilmemkaç (17) yıllık canımla canı, bundan 2,5 yıl önce Bakü'ye çalışmaya gitti. Sonra, biraz Türkiye ve gezme arası verip tekrar döndüler. İlk gittiklerinden beri aklımdaydı Bakü, "acaba bir gün gider miyim" diye. Aniden karar verdik, aniden bilet aldık, 29 Ekim tatilini fırsat bilip 4 günlüğüne Bakü'de bulduk kendimizi. Ne bekleneceğini çok bilmeden, duyduklarımızdan "çok da bir şey yok herhalde" düşüncesiyle, ama garip bir merakla gecenin 01'inde uçağa binerken başladı eğlencesi: "Hanımlar ve cenablar, Azerbaycan havayollarının yeddiyüz... nömreli uçuşuna hoşgelmişsiniz... Dikkatinize göre teşekkür ederik." 2,5 saatlik yolculuğun ilk yarısını uyumak yerine uçak anonslarını dinleyip gülüşmek, ekranlardaki ve dergilerdeki yazıları anlamaya çalışmakla geçirdik. Bir de yurt dışına gitmemize rağmen uçaktaki görevlilerin bizi anlamasına alışmakla:
- (Elle bardak işareti yaparak, tane tane) Pardon, ben bi su alabilir miyim acaba?
+Zahmet olmazsa gözleyebilirsiniz?
- Gözleme miiiiğğğ?!

Küçücük Heydar Aliyev havaalanına inince başladı ayrıcalıklar. Her ne kadar kapıdan da verilse vize uygulanması şaşırtıcı olsa da, vize fiyatları Türkiye için $10 iken diğer ülkeler için çok daha pahalı (örn. Amerikalılara $160). Vize alırken iş sırası enteresan: önce pasaport kontrolünden geçiliyor, giriş damgasından sonra vize alınıyor, sonra başka bir görevli her ikisine de bakıp geçişe izin veriyor. Biz gün ağarmadan, alakasız bir saatte vardığımızdan olsa gerek, vize için çok bekleyen yoktu, sıraya girip vizemizi hemen alabildik. Sıra olan zamanlarda öne geçmek için bir $10 daha alan insanlar türüyormuş, bilenlerin yalancısıyım.

Havaalanından şehre ulaşım taksiyle sağlanıyor. İki tür taksi var, biri taksimetreli, mor (badımcan) renkli, Prezident İlham Aliyev'in hanımının Eurovision döneminde şehri güncelleştirme çabasıyla getirttiği taksiler. Diğeri ise genelde Mercedes araçların üzerinde Taksi lambası konarak oluşturulmuş, pazarlık usulü çalışanlar. Bunlarla anlaşmak, uğraşmak daha zor; iyisine denk gelirseniz uygun fiyata da gidebilirsiniz, ama art niyetlisine, kazıkçısına çatmak da işten değil. İlk kez gelmenin şaşkınlığıyla, "Hara aparayım?" sorusuna Neriman Nerimanov metrosu dediğimizde 23 Manat'a anlaştığımız taksici, bizi indirirken kişi başı 23 manat dediğini söyleyip, TL de olur, Dolar da, yeter ki biraz daha para ver moduna girdi, toplamda 23 Manat + 10 TL'ye helalleştik. Bu arada Manat dediğimiz Euro kadar değerli, 1TL 0,37 Manat, 1$ ise 0,78.

Taksimetreli mor taksiler

Bütün geceyi uykusuz geçirince, eve varır varmaz uyuduk tabii. Öğleyin çıkıp metroyla İçerişeher'e geçtik. Metroları çok eski, 1960'lı yıllarda Sovyet döneminde yapılmış; trenler o zamandan kalma mıdır bilmiyorum tabii. Metro duraklarının hepsi farklı, hepsi birbirinden güzel. Üstelik, her durakta 5-10sn kadar farklı bir parçadan piyano partisyonu çalıyor. Mesela Köroğlu durağında Köroğlu operasından bir parça çalıyordu.


İçerişeher stansiyasının içi


İçerişeher'in girişi
Bunu anlamakta epey zorlandık, ama sonra aşık olduk: Trenlere biniş :)

İçerişeher'e girip biraz tur attık, sonra bir turist bilgi kulübesinden öğrendik ki yaklaşık 3 saat süren bir sesli rehber turu varmış. Bize yardımcı olan kızla konuşurken nasıl keyif aldığımızı anlatmaya gerek yok, aslında burada her bir kişiyle konuşurken ağzımız açık, yüzümüzde koca bir gülümsemeyle konuştuk. Hem çok içtenler, hem bambaşka bir ülkedeyiz, hem de tam aynı dili konuşmasak da %80 anlıyoruz! Onlar bizi zaten anlıyorlar, çünkü çoğu yerde uydudan Türkiye kanallarını izleniyor. Diziler, yarışmalar orjinalinden, çok sıkı takip ediliyor. Konuşurken arada anlaşılmayan kelimeler çıkınca "siz ne diyirsiniz, sizde ne derler" deyip, kısa bir tarifle hemen anlaşılıyor zaten.

İçerişeher'i gezmek için uzun zaman ayırmak istediğimizden bilgi kulübesindeki kızın tarif ettiği istikamette yürüyüp bir anda çarşı merkezine geldik. Çeşme Meydanı, ya da Targovi (Rusça Ticaret demekmiş) denen bu alışveriş bölgesinde hem Türk, hem yabancı markaları bulmak mümkün  - ama fahiş fiyatlara! LC Waikiki'de burada büyük ihtimalle en çok olsa 30-35TL edecek çocuk elbiseleri orada Manat'tan TL'ye çevirince 55TL; Türkiye'de 50TL'lik Mango kazak orada 85TL... Bakü gerçekten pahalı bir kent, özellikle tekstil alanında. Metro duraklarının altlarının Kızılay'daki gibi irili ufaklı dükkanlarla, ayakkabı, çanta, giysi (paltar), hatta 1 Manat'çılarla dolu olması bundanmış. Ekonomik durumu çok da iyi olmayan halk, buralardan giyiniyormuş. 

Targovi sokakları çok temiz, çok düzenli - hem de yeşil! Gerçi sonradan gördük ki şehrin büyük kısmı da öyleymiş.

Süper bir HTC reklamı







Çarşı içinde uzun uzun yürüdükten sonra, lüks butikleri izleyerek Bakü Bulvarı'na ulaştık. Hazar kıyısında uzanan geniş bir yol, ve elbette deniz kıyısında geniş bir yürüyüş alanı. Her yer o kadar yeşil, o kadar temiz, insanlar sakin, huzur dolu bir kent. Bakü için turist bilgilendirici sayfalarda hırsızlık, kapkaç vb gibi suçlardan hiç bahsedilmemesi, sadece trafiğin kontrolsüz oluşuyla ilgili uyarıların yer alması boşa değilmiş. Gerçekten de ne kimse kimseye bulaşıyor, ne bakıyor, laf atıyor; ne de geceleri yürürken huzursuzluk hissediliyor... Trafik, Türkiye'nin büyük kentlerinden çok farklı sayılmaz, ani manevralar, birbirinin önüne kırmalar elbette var, ne de olsa aynı milletiz :)
 Hazar'dan petrol çıkaran at başları 


Hazar kıyısındaki uzun yürüyüşümüz, Bakü'nün sert ve sürekli rüzgarı yüzünden sekteye uğradı - üşüyünce tekrar sokak aralarına girmek istedik. Bakü'nün yolları, özellikle Hazar kıyısında çok geniş; karşıdan karşıya geçmek için fena sıklıkta olmayan alt geçitler var. Trafik ışıkları ise görece daha seyrek. Biz de bir alt geçit bulup kıyının karşısına geçelim dedik. Daha sonra bu geçitleri görüp kullandıkça iki önemli özellik fark ettik: Bazı geçitler çok uzun ve iki cadde geçiyor; dolayısıyla 3-4 tane farklı çıkışı var. Her çıkışa kayan yazılı küçük tabelalar konmuş, o çıkışı kullanarak nerelere gidilebileceğini (metro çıkışı gibi) gösteriyor. Her geçitte yürüyen merdiven yok; ancak hepsinde bebek ve engelli arabalarını indirebilmek için tasarlanmış merdivenli eğik düzlemler var.

Hem yürüyen merdiven, hem normal merdiven, hem de engelli/bebek arabası merdiveni. 
Yo dostum, Türkiye için bu kadarı çok fazla olurdu!

Karşıdan karşıya geçince kendimizi aşağıdaki güzel manzaranın dibinde bulduk. Heykel için bir açıklama yazısı bulamadık ancak, ekşisözlük'te okuduğum bir yazıyla ters anlamda bir ilişkisi olabilir mi diye bir an için düşündüm nedense; ama Behram Gür (V. Behram) heykeliymiş... Altgeçitten yürürken "füniküler" yazısını görünce, daha önceki okumalarımızdan aklımızda kalanlarla "Bu füniküler Şehidler Xiyabanı'na çıkan mı?" diye düşündük tabii, ve bingo! Hem de binişler ücretsizmiş, Behram Gür durağında binip tepedeki Şehidler Xiyabani durağında indik. Bu arada, şu ana kadar Xiyaban'ın Türkçe'de olmadığını sanıyordum ancak tdk diyor ki, Türkçe'de de varmış, kökeni Farsça imiş ve Hıyaban  iki tarafı düzgün ağaçlı yol veya bulvar demekmiş.


Fonda Flame Towers - Ateş Kuleleri

Behram Gür (V.Behram) heykeli

Füniküler'den Hazar Denizi

Şehidler Xiyabanı'nında önce Türkiye'nin desteğiyle yaptırılmış Şehitler Cami'si karşılıyor. Caminin içine giremedik, kapıları kapalıydı - çok turistik olmadığı aşikar. Şehitlik tarafına geçince en alt (giriş) mertebede Türk şehitliği var. Yeni yaptırılmış, Kafkas cephesinde düşen şehitler için. Şehitlikler kat kat düzenlenmiş. Bir kat tamamen bağımsızlık savaşının şehitlerine ayrılmış, genelde asker ve gazeteciler var, ölümler genelde 1992 tarihli. Bir katta ise, tüm ölüm tarihlerinin 20.01.1990 olduğu, çocukların, kadınların, yaşlıların - genelde sivillerin mezarları var. Burası, 20 Ocak, yani Azerilerin deyişiyle 20 Yanvar ya da Qara Yanvar katliamına adanmış. SSCB tankları, Ermenilerin toprak taleplerini protesto eden ve bağımsızlık isteyen sivil halkın üzerine yürümüş, direnen siviller tanklarla ezilmiş - 130'dan fazla kişi hayatını kaybetmiş. Şöyle bir belgesel videosu var olayla ilgili.





Karı- Koca soyadlarındaki -ev/-eva, -ov/-ova kuralını da şehitliği gezerken fark ettik

Şehitlik dizisinin sonunda Hazar'a karşı heybetli bir anıt ve sönmeyen ateş var. Buradan Hazar'ı izlemek, Bakü'nün tüm sahil şeridini seyretmek mümkün. 




 Eurovision'un yapıldığı Kristal Salon ve Devlet Bayrağı Meydanı

Yeri gelmişken, Devlet Bayrağı Meydanı'ndaki 162m yüksekliğindeki bayrak direği ile dünyanın en yüksek bayrağı imiş, yakın bir tarihte Tacikistan 3m ile rekoru almış. Buradaki bayrak da 70x30m ebatındaymış. 

Şehitler Xiyabanı'nın hemen yakınında AzTV'nin binası ve Meclis binası var. Bir de Flame Towers. İnşaatın bir kısmı hala tamamlanmamış, ancak otel açılmış. İçine girip lobisinde ne var ne yok bakmak, kahve içmek serbest. Biz de dostların da emek verdiği Flame'e girmeden geçmedik, içerisi gerçekten görmeye değer.


Akşam yemeği için sahildeki Sahil Restoran'a gittik. Önden hepsi birbirinden güzel Azeri başlangıçları, sonra da meşhur Tike ve Lüle kebapları - tabii ki Azeri şarabı ile. Azerilerin kendilerine ait rakısı yok, ama şarapları ve çayları meşhur. Yemekten sonra Hazar kıyısında, diğer pekçoklarının da yaptığı gibi, yürüyüşe çıktık. Gündüz insanı donduracak kadar rüzgarlı iken, o akşam sakin. Flame Towers ışıl ışıl yanıyor, kent sakin ve güzel, insanlar rahat... Rüzgarın ve ateşin şehri Bakü, akşamları da gözümüze çok düzenli ve hoş göründü. Gecenin sonu da Irish Pub'larda gördük. Birçoğunda güzel canlı müzik var, Azerice değil, İngilizce şarkılar çalıyorlar. Bardakiler de karışık, orada çalışan Türk, İngiliz ve diğer ülkelerden turistler de var, Azeriler de, Ruslar da. Eve dönüş, mor taksilerle. İnmek mi istiyoruz? "Sağda saxla abi, düşelim biz!"


 Flame Towers'ı kaplayan LED ekranlar akşamları kah alev alev yanıyor...
 ...kah Azerbaycan bayrağı olup dalgalanıyor

Bakü'deki ikinci günümüzde asıl plan, Bakü'deki en eski buluntuların olduğu Gobustan açık hava müzesine gitmekti; ancak hava yağmurlu olunca rotayı Bakü'ye 30km mesafedeki Ateşgah'a çevirdik. Bir yere kadar metroyla gidip oradan pazarlık usulü bir taksi ile ortasında önceleri doğal olan, ancak sonra şehirdeki petrol hattından bir boru ile gaz verilmiş. Zamanında sönmeden yanan doğal bir ateş (her yer petrol ve doğal gaz ne de olsa), burayı Zerdüşt'lerin ibadet yeri yapmış. Ateşin etrafına 18. yüzyılın başlarında bir han kurulmuş ve burası bir kompleks haline gelmiş. Ateş bir gün muhtemelen yer altındaki bir hareketlilikten ötürü sönünce, Zerdüştler Tanrı'nın onları cezalandırdığını düşünerek burayı terk etmişler. Şu anda dünyada biri burası, biri İran'da, diğeri ise Hindistan'da olmak üzere 3 tane ateş tapınağı kalmış. Şu anda, eski hanın odalarında o zamanki yaşantıyı tasvir eden heykeller bulunuyor. Bir rehberle gezilince de, Ateşgah'ın etkisi katlanıyor. Buranın bir han olarak kullanıldığı zamanlarda, komplekste yaşayan Zerdüştler konuklarına yatacak yer ve yemek sağlar, ancak bunun için para değil, hana bağış (erzak vb malzeme) alırmış. Zerdüştler günde birkaç kez ateşin etrafında ibadet ederler, Tanrı'ya meyve sunarlarmış. Meyvelerin en kutsalı nar - anlamı da ateş zaten. İnsanlar kendilerine, kendi seçtikleri bir yöntemle işkence ederler, ölmezlerse ruhlarının arındığına inanırlarmış.
Ateşgah



İşkence olarak bir kolunu uzatıp bir bacağını kırarak sabit pozisyonda durmayı seçen bir Zerdüşt

Sıcak kirecin üstüne yatıp işkence çeken bir Zerdüşt

Ateşgah'tan dönerken, bir dokun bin ah işit misali, taksiciyle azıcık konuşalım dedik, adam susmak bilmedi. İyi de etti. Kısası, Rus dönemiyle şimdiyi kıyasladı aslında. Eğitimin o zaman daha iyi olduğunu, ancak din baskısının olduğunu (örnek vermek için, Bakü'de şimdi 1000 cami varsa o zaman 5-6 taneydi dedi mesela); şimdiki devletin tek parti, tek güç olarak sürdüğünü, "onlar her şeyi biliyor, muhalefeti konuşturmuyorlar, muhalefet de kalmadı zaten" argümanıyla anlattı.

Şehre inince, Halça Müzeyi'ne, yani Halı Müzesine gittik. Açıkçası, Türk İslam Eserleri Müzesi'nin onda biri olamayacak bir yer; bizdeki yüzlerce yıllık Anadolu halılarının yanında buradaki en yaşlısı 150 yıllık halıları koyunca biraz komik bir kıyas oluyor tabii. Buranın da güzelliği, bize müzeyi gezdiren Azeri rehberdi. Zaten halı müzesi de Hazar kıyısına inşa edilmekte olan ve dürülmüş altın rengi bir halı şeklinde tasarlanan yeni binasına taşınacakmış... Buradan çıkınca yemek için bir Gürcü lokantasına (İmaret) gittik; ama ne gitmek! Gürcü yemekleri de, şarabı da o kadar lezzetliydi ki, tekrar gitmek gerekse düşünmeden soluğu orada alırım!

Bakü Bulvarı'ndan bir görünüm

Gürcü peynir tabağı ve mezesi

 Sımsıcak, bol peynirli bu pide benzeri yemek anında kapışıldı :)
Et yemekleri çok lezzetli, özellikle kırmızı sulu olanı!

Yemeğin ardından operaya geçtik. Azeriler hem Rus etkisinden, hem de kendi kültürlerinden sanata çok düşkün ve bu alanda çok ileri bir millet. Müslümanların yazdığı ilk opera eseri de, izleme şansını bulduğumuz Leyli ve Mecnun, Fuzuli'nin şiirinden yola çıkılarak Üzeyir Hacibeyov tarafından bestelenmiş. Bildiğimiz operalar gibi değil, koro kısımları opera evet, ancak sololar genelde Azeri'lerin Muğam makamı şeklinde bestelenmiş. Operanın tamamı bu linkte mevcut, merak edenler tarayıp bu çok farklı eseri biraz olsun dinleyebilir.
Rus yapısı görkemli Opera binası


Ertesi gün, İçerişeher'i detaylıca, sesli rehber eşliğinde gezmek için yine o tarafa gittik. Kahvaltıyı buraya özgü bir şeyle yapalım diye aranırken, Fasali diye ufacık bir dükkanda peynirli biberli tavuklu krep ve meyve suyu (meyve şiresi) yedik.  İçerişeher'e araba girişi de olan Qoşa Qala (Çift Kale) Gapısı'ndan girmeye karar verdik. Metro çıkışından caddeyi takip ederek yol boyunca üniversite binaları ve parklar bulunuyor. Onların arasında dikkatimizi "Azerbaycan Halk Cumhuriyeti" için dikilmiş bir anıt çekti. Azeri'lerin 1918'de kurduğu bu ilk bağımsız devlet, Çarlık Rusya'sının devrilmesinden sonra kurulmuş. Ayrıca, müslüman ve Türk toplumlarındaki ilk laik ve demokratik ülke olma özelliğine de sahip. Ancak ömrü çok kısa olmuş: 1920'de Sovyet Rusya'nın ülkeye girmesinden sonra Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adını alarak SSCB'ye katılmış.
Azerbaycan Halk Cumhuriyeti anıtı


Duvarda bir iş ilanı - "ali", yükseköğrenim; "ünvan", adres anlamında

Parkın içinden İçerişeher surları. Hündürlüyü 8-10m :)

Edebiyat Müzesi

İçerişeher'i sesli rehber turu ile gezmek yaklaşık 3 saat sürüyor. Rehber almadan gezmek biraz zor, çünkü binalarda yeterli açıklama tabelası yok. Ayrıca rehber, farklı bilgiler de veriyor; örneğin Ruslar bir ara bu tarihi eski kenti yıkmaya niyetlenmişler... 

Buranın en önemli simgesi, Qız Qalası. Kule 28m yükseklikte ve İçerişeher'in denize bakan tarafında yükseliyor. UNESCO dünya mirası listesine de alınmış; sanıyorum tepesine çıkmak da mümkünmüş ancak biz gittiğimizde kapalıydı. Azerbaycan'la ilgili hatıra eşyalarda genelde bu yapı bulunuyor. Abşeron mimarlık ekolünün en muhteşem eseri olarak adlandırılan kule 13.yy'da inşa edilmiş, tepeden bakınca 6 veya 9; ya da q şeklinde. Kule zamanında gözlemevi ve savunma amacıyla kullanılmış, son yıllarda Nevruz kutlamaları da bu kulenin çevresinde yapılıyormuş. 

İçerişeher'de Qız Qalası'nden sonra en meşhur yapı Şirvanşahlar Sarayı. 15. yüzyılda Şirvanşahlar hanı tarafından yaptırılmış ve UNESCO dünya mirası listesinde. Sarayın bir kısmı tadilatta olduğu için içini gezemedik, ancak avlu içindeki diğer binaları (türbeler, mescid vb) görmek mümkün.

Burayı bitirmeden çok kısa ve önemli bir not: Sesli rehberde Türkçe seçeneği yok. İngilizce ile gezmeye başladım, bir süre sonra kafam yorulunca Azericeye çevirdim ve çok da rahat ettim, hem de çok severek dinledim!
Qız Qalası

İçerişeher'deki eski mezarlık

Gemiyi andıran Denizci'nin Evi


Sahil şeridinde yeşil alanla beraber bolca heykel de var

Hükümet binası

İçerişeher turundan sonra biraz çarşı gezdik, sonra da kendimizi Bakü Bulvarı'na vurduk. Hazar ve parkla çevrili geniş yürüyüş yollunda bu kez gitmediğimiz istikamette yürüdük. Burada Park Bulvar adında bir AVM varmış, ne var ne yok diye içeri girdik. Çoğu bildiğimiz markalar, yerli marka gözümüze çarpmadı. Doğruca en alt kattaki markete girip orayı inceledik - gittiğim her ülkede markete girip ne yerler ne içerler görmeyi önemsiyorum. Bakü'de, Makedonya'dakinden çok daha fazla Türk malı var. Genel olarak ürünler de bizimkilere benziyor. Güzel görünen bir helva vardı, ancak çok büyük olduğundan, küçüğünü de bulamayınca almadık. Azerbaycan'da ömrümde ilk kez gördüğüm bir meyvesi var: Feyxoa - aslında anavatanı Güney Amerika'ymış ama ilk kez burada gördüm. Meyvesinin tadı kivi ve armut arası gibi. Çok muhteşem değil, ancak yolunuz düşerse mutlaka tadına bakın. Mutlaka alın diyebileceğim şey ise Feyxoa Cemi yani reçeli. Bu markette var mıydı bilmiyorum, çünkü reçeli keşfetmemiz marketten çıktıktan 1 saat kadar sonra oldu ve geri dönüp bakamadık. Şehrin diğer taraflarında girip çıktığımız marketlerde de ne yazık ki bulamadık... Havaalanında marmelat benzeri, çok koyu bir reçel bulduk ve ellerinde kalan son bir kutuyu alıp Türkiye'ye getirebildik neyse ki. Bakü'ye ait özel bir içki de bulunmuyor, şarapları meşhurmuş ancak rakıları yok. Hatıra olarak üzerinde Baku yazan küçük konyaklar bu marketten bulunabilir (zira havaalanında hem yerel bir şey yok, hem de çok pahalı). Azerbaycan'ın çayları da çok meşhurmuş. Zaten çayı bizim gibi ince belli bardaklarda içiyorlar, hatta bu bardaklara Armudi diyorlar ve İçerişeher'de ve Heydar Aliyev Müzesi'ndeki Azeri mutfağı sergisinde uzun uzun anlatıyorlar. Çay içme merasimini kesinlikle bizden daha çok sahiplenmişler. Bu bardak şeklinin çayın üst kısmını soğutup altta kalan kısmı sıcak tutmak için faydalı ve ergonomik olduğu, çayın yanında ikramlarla sunulduğu vb gibi pek çok bilgiyi okumak mümkün. 

Feyxoa meyvesi

Flame Towers ve Hazar'ın akşam görünümü

Bakü, rüzgarın ve ateşin şehri, demiştik değil mi? O akşamüstü inanılmaz bir soğuk ve rüzgar vardı. Akşam yemeğine de daha vakit olunca, sahildeki bir çay bahçesine sığındık. Tamamen cam kaplı, geniş bir alan - yazın elbette yanları açıyorlar. TV'de ATV açık, bizim dizilerden biri oynuyor. "Çay alalım" deyince bize öyle bir sofra kurdular ki aklımızı kaçıracaktık: Bir demlik çay (ki 7-8 bardak çıkıyor), bir kasede snickers, kurabiyeler, garsona sorunca feyxoa reçeli olduğunu öğreneceğimiz yeşil mükemmel tatlı, çerez. Orada oturmaktan ve hafif tatlı, hafif mayhoş feyxoa reçelinden o kadar keyif aldık ki, 1,5 saat nasıl geçti anlamadık : )
Armudi bardaklar ve Azerbaycan'ın çay sofrası
Buradaki şekerler de Bosna'dakiler gibi! :)

Akşam yemeğini İçerişeher'de, Qız Qalası'na yakın bir yerde yedik. Bu sefer yediklerimiz, beğendili et, etli yaprak sarma gibi bize yakın Azeri yemekleriydi. Buraların etleri, tıpkı Balkanlar gibi, pek lezzetli. Restoranlar da kentin geneli gibi çok ucuz sayılmaz, İstanbul'da üst-orta seviyedeki bir lokanta ile yaklaşık aynı fiyata kalkılıyor. Buradaki fark, alkolün çok daha ucuz olması.

İçerişeher, Çeşme Meydanı ve buraya çıkan sokaklar akşamları ışıklandırılınca bir başka güzel. Hayran hayran gezinirken, arkadaşlarımızın uyarısıyla bir binanın iç avlusuna girince anladık ki dış cepheler giydirmeymiş. Aslında eski, bakımsız binaların görünen yüzlerini düzenlemişler. Ama yine de güzel, Bakü'nün imajını yükselten bir fikir.
İçerişeher'in akşamı
Güzel binaların gerçek hüzünlü yüzü

Sanıyorum dış kaplamaları bu şekilde yapıyorlar

Son günümüzü, yine sağ olsunlar dostların önerisiyle Mayıs 2013'te açılan Heydar Aliyev Merkezi'ne ayırdık. Müze 3 parçadan oluşuyor, sürekli sergi ve süreli sergi alanları var ve her biri için ayrı bilet alınıyor; yerleştirildikleri katların girişinde görevliler bilet kontrolü yapıyor. Biz Azerbaycan'ın tarihinin ve Heydar Aliyev'in hayatının anlatıldığı Heydar Aliyev ve Azeri Kültürü kısımlarına bilet aldık; kapıdaki hem İngilizce, hem Türkçe, hem Rusça hem de Azericeyi mükemmele yakın konuşan güzel görevli kızın dediğine göre 2 saatte bitirmek üzere geziye başladık. Sonuç? 5 saat sürdü! Müze hem mimari, hem içerik olarak o kadar dolu ve zengin ki! Ünlü İran asıllı mimar Zaha Hadid'in mükemmel işi, Hazar'ın kıyısına vuran dalgalar betimlenerek ortaya çıkmış. Binanın içi tamamen beyaz ve Gaudi'nin Casa Batllo'su gibi hiç düz duvarı yok. Gün ışığı çeşitli açılardan içeri girdiği için içerde beyazın farklı tonları oluşuyor ve bina genel olarak çok aydınlık. 

Heydar Aliyev müzesi tarafı, Aliyev'in hayatına ve Azerbaycan'ın tarihine ayrılmış. Tabletlerle, interaktif video ve haritalarla, sesli anlatımlarla desteklendiği için gezmek, öğrenmek oldukça eğlenceli. Azeriler'in çok eskilere dayanan kültür sanat geçmişlerini, ileri kültürlerini, Bakü'nün petrolle nasıl parladığını, Rusya'nın ve tüm dünyanın gözbebeği olduğunu; SSCB zamanında Türkçe'yi yazdıkları Latin harflerinden Kiril alfabesine nasıl bir anda geçildiğini, Ermeni'lerle süregelen sorunlarını anlatıyor uzun uzun. Zamanında bir İngiliz gazetesi şöyle bir başlık kullanmış Bakü için: "Neft eğer kraldırsa, Bakü onun tahtıdır". 

Müzedeki tüm görevliler çok yardımsever, soruları ellerinden geldiğince cevaplamaya çalışıyorlar. Zannediyorum Azeriler de bizim onlarla konuşmaktan aldığımız keyfi alıyorlar. Bir tanesi, "Türkler gelip 'aa Heydar Aliyev ölmüş müydü?' diyorlar, biz size 'Atatürk ölmüş müydü?' desek nasıl olursa, biz de öyle üzülüyoruz" dedi örneğin. Bizi gerçekten "kardeş" görüyorlar ve belli başlı hassasiyetlerine saygı, biraz da bilinç bekliyorlar haklı olarak. Gezinin ortasında, evin anahtarını teslim etmek ve eşyalarımızı almak için müzeden 1 saat kadar ayrılmak durumunda kaldık. Kapıdaki görevlilere meramımızı anlatıp aynı biletlerle tekrar giriş yapabileceğimizin teyidini aldıktan sonra yürüyüş mesafesindeki eve gidip geldik, sonrasını sırtımızda çantalar, laptoplarla tamamladık. Tabii her katta eşyaları uygun bir yere koymak için izin isteyerek. 

Azeri kültürü kısmında milli çalgılar, yöresel kıyafetler, Azeri mutfağından fotoğraflı örnekler, Azerbaycan'ın önemli yerleri ve yapılarının fotoğrafları sergileniyor. Bir de Mini Azerbaycan kısmı var, önemli binaların maketleri.

Heydar Aliyev Merkezi

Müzenin içi


İnteraktif anlatımlı üniteler
Azeri milli kıyafetleri

Heydar Aliyev Merkezi'nin maketi

Ateş Kuleleri'nin maketi
Göremediğimiz Azerbaycan - ülkede gerçekten görülesi doğal güzellikler var

Bakü'nün gecesi

Çay sofrası

Armudi dedikleri ince belli çay bardağı

Ne güzel bir dilsin sen!

Buradan ne alınır diye çok düşündük ancak hediyelikler hem pahalı idi, hem de yeterince güzel değildi. Bakır, halı, kalpak vb. çok fazla var, ancak Türkiye'de olmayan ya da burada daha güzel/uygun olan bir şey pek yok. Azerilerin şarapları ve çayları meşhur. Birkaç paket Azerçay, özellikle de Qız Qalası şeklinde ambalajlanmış olanından almakta fayda var. Yazdığım gibi, feyxoa meyvesi ve reçelinden getirilebilir. Bir de, dille ilgili iseniz, buradan bir kitap-dergi getirmek lazım. Ben güncelliğini yitirmesin ve kolay okunsun diye çocuk kitabı aldım örneğin. Onu alırken bile anım oldu: kitabın birinde "kiçik" kelimesi geçiyordu, "aa siz de küçük diyor musunuz, balaca demek değil mi bu?" diye sorunca kitapçı "Beli (evet), kiçik, balacadan da balaca" diye cevapladı! "Sözün özü", onlar için "sözün kendisi" anlamında olduğundan "sözün canı" diyorlar örneğin. Yaz yerine yay, ilkbahar yerine yaz kullanıyorlar. Bazı kelimelerde r ve p yer değiştiriyor, köprü yerine körpü, yarpak gibi. Soğuk onlarda soyuk, tavuk da toyuk. Kıyafete paltar diyorlar, çamaşır makinesine de paltaryuyan maşin! Bazen bizden daha Türkçe bir dil, bazen de İngilizce'den, Rusça'dan gelen kelimeleri okunduğu gibi yazıp kurtuluyorlar! Ocak ayına Yanvar, şubata Fevral dedikleri gibi. Günler bir garip, haftanın günlerini adlarıyla değil, sayılarıyla andıkları oluyor; 1. gün; 2. gün diye. Demeyeceklerse, örneğin salıya çarşanba axşamı, perşembeye cuma axşamı, cumartesiye de şenbe diyorlar! Herkes'in tersi "kimse" değil, heçkes - çok da mantıklı! Metronun kapılarında "yaslanmayın" anlamında "söykenmeyin" yazıyor; anonslarda "Dikkat, qapılar baqlanır. Növbeti stansiya: Neriman Nerimanov" diye sesleniyor! Bankalar altın bozdurmaya "qızıllarını pula çevir" diye çağırıyor. Reklam sloganları bile pek tatlı. Bizim Petito reklamının sloganı "Uşaqlar harekete gelsin!"; GSM operatörü Bakcell'inki "Daha yakın olak", Azerçay'ınki ise "sevdim seni udum udum (yudum yudum)". 

Bu daha örneklerle uzar gider. Kısası, Azerbaycan hepimizin birkaç gününü ayırıp görmesi gereken bir yer. Daha önceden ileride bir gün çocuğum olursa, 5-6 yaşında Disneyland'a götürüp gerçekle rüyayı bir arada yaşamasını sağlamak hayalim vardı, bu seyahatten sonra ikincisi eklendi: 12-13 yaşındayken Azerbaycan'a götürüp orada bizim gibi olan, kimi konuda (teknoloji, halkın ortalama gelir seviyesi, alım gücü vb) geride, bazısında (2013 itibarıyla kültür sanat, modernite, toplumsal ahlak) çok ilerideki bu halkı tanımasını, bizim gibi konuşan, çok da rahat anlaştığımız başka Türklerin de olduğunu görüp anlamasını sağlamak.

Yorumlar

  1. söylediklerinizin hepsine katılıyorum.Biz de ailecek.temmuz.2017' de ziyaret etmiştik Baküyü.15 gün kadar kalmıstık.Yaklaşık olarak 10

    YanıtlaSil
  2. Söylediklerinizin hepsine katılıyorum.Biz de ailece Temmuz 2017 ' de ziyaret etmiştik Bakü'yü.15 gün kadar kaldık Bakü'de.Yaklaşık 10 yıldır Bakü'de Mühendis olarak görev yapan bacanağımın misafiri olduk.Türk Büyükelçiliğine çok yakın olan Zabitler Parkı civarındaki evlerinde (azerilerin dili ile konakları (misafirleri)olduk.çok güzel gezdik.içeri şehir,şehitler hiyabanı,bayrak meydanı,targovi,çok geniş caddeler,çok büyük park ve yeşil alanlar,mor taksiler,mükemmeldi.
    çay kültürleri ilgimizi çekti.çayın yanında ikram edilen mürebbeler(reçel),kuruyemiş ve azeri baklavası alışık olmadığımız şeylerdi.en kısa sürede tekrar görmek istiyoruz.türkleri çok sevmeleri,geleneklerinin bize yakın olması içimizi ısıtmıştı.

    YanıtlaSil
  3. Azerbaycan Uçak Bileti için Tüm Hava Yollarını karşılaştır en uygun, ucuz ve kampanyalı fiyatlarla Azerbaycan uçak biletini satın al. Kredi kartına taksit ve ücretsiz rezervasyon hizmeti. Azerbaycan Havayolları yetkili satış acentası. Azerbaycan Uçak Bileti

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Optimum Denge Modeli - 1 Eğitimi

It's Cuba baby!