Bu kadar medeniyet bana fazla - İsviçre

Bizim ülkemize son 16 yıldır yeni bir tarz, yeni bir jargon hakim oldu. 24 Haziran seçimlerinde gördük ki bu hakimiyetin gidecek biraz daha yolu var. Ne kadarını, nasılını, nedenini burada çok deşmeden konunun bu yazıyla ilintili kısmına geleyim: Medeniy(y)et!

2017 yılında, 2016 yıl sonunda döviz kurundaki zıplamayı (3,3'lerden 4 seviyesine) bahane ederek hiç yurt dışına çıkmadım. 2018'de ise, kur 2017 seviyelerinin çok üstüne gelmesine (2018 Ocak ayından beri min 4,5; 2018 Nisan'dan sonra 4,9'un altına hiç inmedi. Yazıyı yazdığım 2018 Haziran sonu itibariyla 5,3 falan görsek alım seviyesi deriz) rağmen birazı zorunlu birazı "alışmışlıktan" yurtdışına çıkmaya (hem de tahminimden daha sık ve uzun) başladım. Kısa bir muhasebe ile, 11 Nisan - 11 Haziran arasında 5 gün İsveç, 4 gün Berlin ve 3 gün İsviçre olmak üzere iki ayın 20%'sini Avrupa'da, hem de Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerinde geçirdim. Medeniyyet'in şahını ve şahbazını gördüm. İnsan evladının dünyadaki hayat standardının nasıl gelişebildiğini, nasıl insanca muamele görülebildiğini anladım, adaletsizliğe bir kez daha isyan ettim. Hadi Türkiye'de en azından şahsım adına yaşamsal değil de daha çok varoluşsal problemlerimiz var, ama büyük resme bakarsak ya da biraz daha doğuya / güneye inersek insanların hayatta kalmak için bile insanüstü çaba harcadığını düşününce "adaletin bu mu dünya?" diye haykırmamak elde değil. Ülkenin halinden zaten yakınmakta olan bünyeme iki ayın 12 gününü medeniyetin somutlaşıp dağa taşa karıştığı memleketlerde geçirmek de fazla geldi, zaman mefhumumu kaybettim, sanki iki ay değil iki yılda gitmiş gelmişim gibi hissediyorum...

İsviçre'ye sebeb-i ziyaretim, canımın bir toplantı için ikinci kez Zürih'e gitmesiydi. "Madem toplantı salı günü, madem akabindeki şeker bayramının üç günlük tatilinde İstanbul'dayız, neden pazartesiyi bağlayıp gitmeyelim ki?" dedik ve 9 Haziran Cumartesi sabahın körü uçağıyla 3 saatlik yolculuk sonrası Zürih'e indik. Zürih havaalanı biraz dağınık ve büyük, THY'nin indirdiği Terminal E'den havaalanının ana binasına ulaşmak için Atlanta havaalanındakine benzer bir Skymetro var, buna atlayıp İsviçre'nin dağları, yeşilleri ve inekleri ile beraber 3-4 dakikalık bir yolculuk yapılıyor :) Havaalanından çıkınca bir taksiye atlayıp kalacağımız misafirhaneye gittik. Giderken sözde şehre gitmemiz lazım değil mi, yolda gayet inekler, çimlik alanlar falan geçtik. Kaldığımız yer, Bircher müslinin mucidi Dr. Bircher-Benner'in vaktiyle hastalarını iyileştirmek üzere kullandığı sanatoryumlardan biri, müslinin anayurdu yani. Etraf yemyeşil, ses yok, akşamları ışık bile yok, gökyüzü yıldızlarlar kaplı... Öyle ki, misafirhanenin sosyal alanına "22:00 - 07:00 arası lütfen dışarıda oturup komşularımızı rahatsız etmeyin" uyarısı vardı. İnsanın ömrüne ömür katacak derecede cennet bir yer...

Odanın penceresinden manzara

Yolda uyuyamadığımız için oldukça yorgun olmamıza karşın bahçede biraz oturup birer Swizli Cider içtik ve kendimizi şehre attık. Misafirhaneden şehre yaklaşık 20dk'da yokuş aşağı yürünebiliyor, ancak yukarı tırmanmak o kadar hızlı olamıyor tabii. Yürüdüğümüz yollar tamamen yerleşim alanı, evler, hastaneler, okullar var; yollarda cumartesi öğle vaktine göre oldukça az insan gördük. Sonra bir yerde bir merdiven iniliyor ve bir anda Stadelhofen tren durağına varılıyor - ta-dam! işte şehir ve bir anda arı kovanına girmişsin gibi bir sürü insan! Bir sürü derken elbette İstanbul'la kıyas kabul etmez ama o kadar sakinlikten sonra baş döndürecek kadar da kalabalık :)

Zürih, Limmat nehri ve nehrin oluşturduğu Zürih gölünün etrafına kurulmuş bir kent. Dolayısıyla, suyu bulunan her şehir gibi, yapılacak, gezilecek ne varsa neredeyse hepsi nehir/göl boyunca toplanmış. Bölge genel olarak dağlık, Alplerin eteklerinde kurulu, dolayısıyla kent alabildiğine yokuşlu. Buna rağmen bisiklet kullanımı oldukça yaygın, ayrıca çok geniş bir raylı sistem/tramvay ağı da mevcut. Sorun şu ki, ulaşım çok pahalı. İsviçre frangı kuru yaklaşık dolar gibi, ve şehir içinde tek yön tek seferlik biniş 4,4 Frank. Uzaklara gitmek isteyince biletler hayli pahalanıyor. Bilet kontrolüne biz hiç rastlamadık, ancak biletsiz yakalanmanın ilk seferki cezası 100, ikinci seferki ise 140Frank imiş. Her seferinde bir şey olmayacağını hissederek, ama sırf 100Frank ödememek için bilet almak zorunda hissediyor insan.

Zürih gölü

Bisikletler trafik ışıklarında da yer bulmuş

Zürih'in "landmark"ı, ayrıştırıcı binası Grossmünster, şehirdeki dört önemli kilisenin en meşhuru. Çift kuleli Protestan kilisesi, 13.yy'da yapılmış. İçi çok ahım şahım değil, aslında Zürih'teki kiliselerin içi genel olarak çok şaşaalı değil. Bunun sebebi 1519'da Ulrich Zwingli önderliğinde yapılan ve daha sonra İsviçre reformuna evrilen Zürih reformuna dayanıyor. Kiliselerin sadeleşmesi, dinle birey arasından papazların ve diğer aracıların çıkarılmasıyla paralel. Zürih'te bizim gezdiğimiz kiliselerin tümü Evangelist (Protestan) idi ve tümünün içi fazlasıyla şaşaasız ve sadeydi.

                          



            
Grossmünster'li Zürih manzarası ve Ulrich Zwingli


Zürih aslında çok dağlık tepelik bir bölge ama asıl merkez göl kıyısına kurulduğu için buralarda pek eğim yok, dolayısıyla gezerken yürümek insanı çok zorlamıyor. Şehir merkezinde çok canlı bir "çarşı" var, ana tren garına çıkan caddede, nehrin bir paralelinde, içeride kalan eski şehir sokaklarında yerel ve uluslararası markaların butikleri, ve elbette bolca saatçi var. Saatler burada Türkiye'ye göre daha ucuz mu karşılaştırma imkanımız olmadı ama kur pahalı olduğu için her durumda pahalı gelecektir diye varsayıyorum.

   
Zürih ana tren garı ve mağazaların uzandığı caddelerin biri

Nehir kıyısından güzel Zürih manzaraları görülebiliyor, ben biraz daha yüksekten bakayım derseniz kiliselerin kulelerine çıkılabilir ya da Lindenhof tepesinde bulunan gözlem parkının duvarına tüneyip şehri izleyebilirsiniz.

Öğleden sonra acıkmaya başlayınca buraya ait bir şeyler yemek için Zeughauskeller Restoran'a gittik. 1487'de inşa edilmiş bina eskiden bir silah deposuymuş, 1926'da restoran haline gelmiş. Dekorasyon amaçlı duvarlarda silahlar asılı. Menüde salata, makarna, biftek çeşitleri mevcut, ağırlıklı olarak İsviçre tarzı. Buraların meşhur yemeği Kalbsgeschnetzeltes; dana ciğeri; ancak o an çok aç olmayınca sosis yedik. Fiyatlar Zürih ortalaması gibi, sosis tabağı 29,5Fr, Kalbsgeschnetzeltes 36,5Fr; housebeer 30'luk 5Fr, 40'lık bira 6,5Fr. İsviçre'de yiyecek ve içeceklerdeki vergiler İsveç'ten daha düşük, 7,7%


   

                   
Zürih Gölü kıyısında güneşlenenler, gölde yüzenler var. Göl pırıl pırıl, dibindeki taşlar sayılıyor

Yemekten çıkınca Fraumünster Kirche'yi de gezdik. Burası da 9.yy'da yapılan ve Grossmünster'in tam karşısında kalan bir Protestan kilisesi, özelliği ise 1960'larda eklenen Chagall'in gözalıcı vitrayları. Giriş 5Fr, öğrenciye ücretsiz. Kilisenin alt katında binanın en eski kalıntıları ve küçük bir sergi alanı var. Reformun bir ayağı da Zürih'te başladığı için Zürih kiliseleri kendilerini haklı olarak "dünyayı değiştiren" olarak görüyorlar, bu sebeple Fraumünster de, Grossmünster de çok önemli kiliseler.

Chagall vitrayları


                            
1524'ten kalan bir fatura ve Fraumünster'in dış görünüşü


Haftanın yorgunluğu ve uçağa yetişmek için sabahın 4:30'unda kalkmak birleşince "odaya gidip biraz dinlenelim, sonra yemeğe çıkarız" planımız odaya (yukarıdaki gibi mahallelerden geçe geçe) yürüyüp bir daha dışarı çıkamayacak kadar ağırlaşıp uzun uzun uyumaya dönüştü. Ertesi gün güne erken başlayıp Luzern'e gitmek üzere Hauptbahnhof'a yürüdük. Bilet almaya çalışırken yaşlıca bir İsviçreli amca gelip yardıma ihtiyacımız olup olmadığını sordu, sonra birden sohbete girişti. Makineden nasıl bilet alabileceğimizi gösterdi - Zürih - Luzern arası trenle ~45dk sürüyor ve gidiş-dönüş 50Fr. Ulaşım, abi de kendi kendine "çok pahalı, değil mi?" dediğine göre, İsviçre'de oldukça pahalı.

Luzern'de trenden inince şehir kapısı ve 1300'lerden kalma 34m yükseklikteki su kulesi (Watertower) ilk görünenler. Watertower İsviçre'nin en çok fotoğraflanan eseriymiş. Bir de eyalet bayrağı değişiverdi, İsviçre küçük bir ülke ama 26 eyalete bölünmüş. Zürih ve Luzern de birbirine çok yakın olduğu halde farklı eyaletlerde.

   

Watertower'ın bulunduğu köprü Kapellbrücke (Chapel köprüsü), Luzern gölünün Reuss nehrine açıldığı yerde ve Avrupa'nın en eski tahta köprüsü, dünyanın da en eski makaslı köprüsü. 13.yy'da yapılan köprüye 17.yyda Katolik kilisesini tasvir eden resimler eklenmiş. Köprü bir 1993'teki yangında hasar görmüş ve orjinali gibi yenilenmiş, yangının izlerini yenilenmeden bırakılan bazı tavan resimlerinde görmek mümkün. Köprü ve kule şehir surlarının bir parçasıymış, kule gözlem kulesi, arşiv, hapishane gibi farklı amaçlarla kullanılmış.

Luzern'de de kiliseler var, ancak içlerine girince Zürih reformundan etkilenmemiş oldukları anlaşılıyor. Örneğin aşağıda Jesuitenkirche'nin (Cizvit -İsa Derdeği olarak bilinen derneğin üyeleri- kilisesi) fotoğrafları var, burası bir katolik kilise olduğu için süslemeler aynen duruyor. Bina Alpler'in kuzeyinde inşa edilen ilk barok kiliseymiş. Reform sırasında Protestanlara karşı birleşen İsviçre Katolikleri'nin bağışlarıyla yapılmış, inşaat 1667'de başlamış, tepesindeki Rus yapısına benzer kubbeler 1893'te tamamlanmış.

                           


Jesuitenkirche


Yolun hemen devamındaki Franciscan Kilisesi de 13.yy'dan kalma bir ortaçağ yapısı ve mermerle kaplı duvarları var.

                                        


İsviçre'de her şey çok pahalı, ama neyse ki suya para vermek zorunda değilsiniz. Caddelerde bolca çeşme var, hem de türlü çeşitli heykellerle bezeli. Alpler'den gelen tertemiz suyu rahatça içebilirsiniz.

            
Solda Zürih'ten, sağda Luzern'den iki çeşme örneği

Luzern'de Ortaçağ havası daha çok hissediliyor. Zürih'in büyük şehirliliği burada yok. Turistik açıdan da nüfus oranı olarak Zürih'ten daha ileride, her tarafta buralı olmayan, fotoğraf çeken insanlar var.

          

Spreuerbrücke'den nehrin karşı kıyısına geçip şehir surlarının üstüne çıktık. Yokuşu tırmanırken bir yerlerden hayvan kokusu geliyor, şehrin ortasında ne alaka derken gerçekten de kenarda oturan (sanırım bunlara Highland Cattle Cow deniyor, Türkçesini bilmiyorum ama sanırım perçemli dağ ineği falandır) iki inekle burun buruna geldik! Surların dibinden şehri izlemek oldukça keyifli. Giriş ücreti yok, sadece yokuş ve merdiven tırmanmak gerekiyor.

   

   

Memleket bu kadar yeşil olunca yağmuru da bol haliyle. Luzern'deki günümüzde de hava hep yarı kapalıydı. Yemek için Restaurant Fritschi'ye oturduk ve yağmur yağmaya başladı. Neyse ki bir kalkana kadar yağış kesildi. Öğle yemeğinde İsviçre'nin meşhuur peynir fondüsünü ve rösti aldık. Fondü gayet güzeldi ama patatesli rösti bana biraz ağır geldi, belki restoranla ilgilidir. Fiyatlar Zurich'e benzer - fondü 27Fr, Rösti 22Fr, bira da 7,5Fr

   

                             


Avrupa'da genel olarak pazar günleri dükkanların kapalı olmasına artık alıştık. Yalnız İsviçre'de, en azından Luzern'de, cumartesileri de yarım gün çalışıyorlar. Birçok dükkanda cumartesi 16:00'ya kadar açıktır yazıyordu. Çalışanlar demek işten 17:00 gibi çıkıp işlerini hafta içi de halledebiliyorlar?!



Luzern'de ne yapılır deyince iki banko nokta var: biri Kapellbrücke ve Water Tower; diğeri de Luzern'in Aslan anıtı (Löwendenkmal). Anıt, Fransız İhtilali dönemindeki Fransız Kralı Louis XVI'ye hizmet ederken 1792 yılında Paris Tuileries Sarayı saldırısında sarayı korumaya çalışırken şehit düşen İsviçre askerlerinin anısına yapılmış. Aslanın yüzündeki acı ifadesi çok gerçekçi, Mark Twain Luzern'in Aslanı anıtını "dünyanın en üzgün ve en gerçekçi taş parçası" olarak tanımlamış. Anıtın üstünde ise  "Helvetiorum Fideli ac Virtuti - İsviçrelilerin sadakatine ve cesaretine" yazıyor. 


Anıttaki yazının Latince olmasının ve İsviçrelilerin "Helvetiorum" olarak anılmasının bir sebebi var. İsviçre 26 eyaletten oluşan bir ülke ve topraklarında Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romence konuşan insanlar barındırıyor. Ülkenin resmi bir dili yok, paralarının üstünde Latince yazılar bulunuyor. İsviçre Frangı'nın kısaltmasının CHF olmasının sebebi de bu -  açılımı Confoederatio Helvetica Franc. Paraları hayatta görebileceğiniz en değişiklerden biri, oldukça kaliteli kağıda basılı ve rengarenk. Banknotlar 10'luktan başlayıp 1000'e kadar gidiyor, bozuk paralar ise 5 santimden 5 Frank'a kadar. Halkın ortaklaştığı nokta dilden ziyade ortak tarih, doğrudan demokrasi ve özgürlük gibi ortak değerler ve Alplerde yaşayan insanlar olmak üzerine.


İsviçre, dünyada doğrudan demokrasinin en yakınında işleyen ülke. Vatandaşların belli bir sayıda imza toplayarak yasalara, hatta anayasaya karşı çıkma ve ilgili yasayı referanduma götürme yetkisi var. Aşağıda benzeri bir durumun sonucundaki referandum için yapıldığını düşündüğümüz bir afiş var. Googletranslate çevirisi diyor ki, "spor ekipmanları fon yetersizliği sebebiyle silindi. Bu nedenle, kar amacı gütmeyen kumar yasasına evet".


Luzern tren garının hemen karşısında Hofkirche St.Leodegar var. Burası da 17.yy'da inşa edilmiş bir Roma Katolik kilise, hem dışı hem içi oldukça ihtişamlı.

                            

Gezilecek yerleri bitirdikten sonra Luzern gölünün kenarındaki banklara oturup biraz şehrin tadını çıkardık. Hava da açmıştı, göl manzarası gerçekten muhteşemdi. Topu 3-4Fr'a dondurma satıyorlardı, sonra gölün kıyısında göle girmek için düzenlenmiş, çok güzel güneşlenme terası olan bir tesisin giriş fiyatını gördük, o da 6Fr civarındaydı. Sonra üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizi düşündük, sonra hemen bu düşünceden vazgeçtik.

Yaz günü, günler de uzun, akşam 18 civarında trene atlayıp şahane manzaralar eşliğinde Zürih'e döndük.

  

Trenden inince Limmat boyunca yürüyüp yan yana kafe, bar ve restoranların sıralandığı Niederdorfstrasse'ye gittik. Bu bölge bizim Kadıköy gibi, oldukça kalabalık ve canlı. Zürih'te her türlü yemeği bulmak mümkün, zaten İsviçre yemekleri yapan çok yer var, bunun yanında bolca İtalyan lokantası ve dünyanın birçok mutfağına ait restoran bulmak mümkün - Çin, Vietnam, Hint, Kore... Türk restoranı var mı diye internetten baktım, varmış, Yunan da var - hatta bir tane Luzern'de  gördük. O akşam tercihimizi La Pasta diye bir İtalyan (ağırlıklı makarna) restoranından yana kullandık. Lazanyası biraz fazla kıymalı ve ağır çıktı, fiyatlar yine 25Fr civarındaydı.

Zürih'te gece hayatını deneyimleme şansımız olmadı ama göl kıyısındaki Bar Fuss Bar'da gölün dibinde, ayakkabılar çıkarılarak dans ediliyormuş, denenebilir gibi duruyor. Biraz yorgunluk, biraz yemeğin verdiği rahatsızlık derken kaldığımız yere yürümeyi göze alamayıp Bellevue'den otobüse bindik. Gerçekten yakında bırakıyormuş, zahmetsizce dönebildik.

Son günümüzde hava oldukça kapalıydı. Kahvaltıdan sonra merkeze yürüyüp önce St.Peter Kirche'ye gittik. Kilisenin içi yine çok sade, özelliği ise Avrupa'nın en büyük saatinin kulesinde olması.

                            

Kiliseden sonra Hauptbahnhof'a yürüdük, günlerden pazartesi olunca caddeler pazar gününe göre oldukça kalabalıktı. Buradan trene binip Uetliberg'e, Zürih'in "very own" dağına çıktık. Dağ aslında çok uzak mesafede değil ancak şehir merkezi sayılmıyor, 2. bölgeye girdiği için ulaşım biraz daha pahalı. Deniz seviyesinden 2850m yükseklikte hava elbette daha da yağmurluydu. Hafta içi ve yağışlı olmasına rağmen dağda koşan, yürüyen insanlar vardı. Biz de ormanın içinde biraz yürüdük. Burada konaklama tesisleri ve restoranlar da bulunuyor. Bir de gözlem kulesi var. Yukarı çıkma konusunda önce kararsız kaldık, sonra bir okul gezisi turu geldi, çocukları alırken bizi de yukarı aldılar sağ olsunlar :) Merdivenleri tırmandıkça manzara elbette güzelleşti. Zürih Gölü, şehir ve yemyeşil arazi ayaklar altına serildi.

   

Hava muhalefetinden ötürü dağda çok uzun kalamadık ve trenle merkeze döndük. Bu defa canımın ofis binasını da dışarıdan da olsa görebilelim diye birkaç durak önce indik. Koca şirketin genel merkezi gayet mahalle arasında bir binadaymış meğer! Sonra yine trenle ana istasyona gidip yemek öncesi yağmurlu havada vakit geçirmek için Migros'u gezdik. İsviçre'de çok geniş bir peynir kültürü var. Türkiye'de olmayan genişlikte peynir reyonu ve türlü çeşitli peynirler... Manav tarafı da fena değildi, çoğu sebze meyve çok da fena görünmüyordu ve çeşitliydi. Hepsinin üstünde nereden geldiği bilgisi vardı, en komiği patates soğanların İsveç'ten gelmesi (depo kök, o soğukta başka ne yetişecekti? :) ). İsviçre'de tarımdan çok hayvancılıkta ağırlığı var ama yine de reyonda burada yetişen ürünler de bulunuyordu.

O akşam ben yola çıkacağım için akşamüstü yine Niederdorf'ta, önceki akşamki ikinci seçeneğimiz olan Çin lokantasında yemek yedik - yemekler gayet güzeldi. Sonrasında da Limmatquai üstündeki bir pastaneden Bircher Müsli alıp göl kıyısındaki banklara oturduk.

Bircher Muesli


Zürih'te havaalanına gitmek aşırı kolay. Stadelhofen'dan trene atladıktan sonra 15dk içinde havaalanındaydım. Ama havaalanına da aynı şekilde kolay diyemeyeceğim... Bir kere checkin yapmak için birbirine hiç de yakın olmayan üç farklı alan var, önce firmanın hangisini kullandığını bilmek gerekiyor. THY'ninki sanıyorum checkin 2 idi. İş burada da bitmiyor, sonrasında THY'nin kullandığı gate E'ye gitmek için pasaport kontrolünün ardından yine o inekli trene binip gate'e gitmek gerekiyor. Havaalanını ilk kez kullanacaklara tavsiyem, uçağınıza ucu ucuna yetişmeyin. Düşündüğünüzden daha fazla zaman harcamak zorunda kalabilirsiniz.

İsviçre, nedense kurun şu en pahalı olduğu döneme denk gelen yoğun Avrupa seyahatlerimin içinde ne en "eğlenceli", ne en "dinlenceli" ülkeydi. Ama sanıyorum en müreffehiydi. Dilenci-evsiz yok, herkes çok düzgün kıyafetli ve özgür, özellikle Zürih caddelerinde süper lüks arabalar gırla (Luzern öyle değildi), yine Zürih'te pahalı butiklerin önünde sıra var falan - oldukça değişik bir hayat tarzı. Buraya ait en merak ettiğim şey, insanların burada nasıl yaşadığı, ne kadar kazandığı, devletin ne kadar "sosyal" olduğu, eğitim-sağlık hizmetlerinin durumu... Tüm bunların yanıtını birkaç ay sonra daha iyi anlamayı umuyorum ama ben daha geçen gün USNews'ün "dünyanın en iyi ülkeleri" sıralamasında 1. sıraya koyduğu (ve birkaç yıldır da 1. olan) İsviçre'den oldukça umutluyum!

 13/07/2018, İstanbul

9-11 Haziran 2018 seyahati







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Optimum Denge Modeli - 1 Eğitimi

Can Yarısı Azerbaycan

Turist misiniz efenim? - İsviçre (4)