Incredible!ndia

Eskiden kalma bir sözün peşinden, biraz merak biraz endişeyle Hindistan yollarına düştük. Karar verme süreci bambaşka bir yazı konusu, oralara hiç girmeden anlatacağım 23 - 27 Ocak 2013'teki renkli insanların ülkesini.

Bizimkisi internette, bloglarda, sözlüklerde "Hindistan" için her ne söyledilerse yalan çıkaran bir tecrübeydi. Uçağımızın azizliğinden ötürü yaklaşık bir gün gecikmeli de olsa (iyi tarafından bakalım - kısa da olsa Dubai gördük ve bir süre için gitmeye gerek yok listesine aldık), Hintli olmayan maksimum 10 kişinin olduğu Dubai-Cochin uçağıyla sabaha karşı Hindistan'a vardık. Gazete kaplı ahşap bankoların ardında, elinde bol mürekkepli damgalar olan memurların pasaport kontrolünden geçtik: "Vizeniz 31 Ocak'ta bitiyor, ona göre!"  Valizimizi beklerken, birkaç bandın olduğu salondaki onca hengamenin ve kalabalığın arasında yılbaşı süsleriyle bezeli ve televizyon satan freeshop gözümüze çarptı. Valizi alır almaz hem karambolden kurtulmak, hem de zaten bir gün geç kaldığımız geziye bir an önce başlayabilmek için kendimizi dışarı attık. Ellerinde adımız yazılı kağıtlarla bekleyen kısa boylu, esmer, sevimli bir adam - neredeyse bir aydır, en iyi ihtimalle 3 günde bir yazıştığımız Manu bu olmalı! Daha gün bile doğmamışken bizi olanca içtenliğiyle karşıladı, geciktiğimiz için normalde dört güne yaydığı programımızı üç güne sığdırdığını anlattı. Kısalı uzunlu beyaz etekler giymiş sıska erkeklerin ve rengarenk kıyafetli kadınların arasından geçerek eşyalarla birlikte arabaya ulaştık ve "asıl" rehberimiz Simson'la tanıştık. Güneş yavaş yavaş yükselirken, Manu'yu yolda evine bırakıp Simson ile Kumarakom yollarına düştük.

Hindistan'da 28 eyalette 28 farklı yerel dil konuşuluyor ve bu 28 dil birbirinden neredeyse tamamen ayrık - insanlar birbirinin yerel dilini anlayamıyor. Hindi, ülkenin resmi dili, ancak okullarda lise yıllarında öğretilmeye başladığından ve günlük hayatta çok konuşulmadığından çoğu insan Hindi'yi ya hiç bilmiyor, ya da çok az biliyor. Dolayısıyla, farklı eyaletten insanlar birbirleriyle İngilizce anlaşıyor. Dolayısıyla tabelalar Malayalam dilinde, Hindi ve İngilizce. Oradayken tabii ki birkaç basit kelime öğrendik, mesela "Na maste", Hindi'de saygı  sunmak, selamlamak için kullanılıyor, tabi ki iki eli birleştirip hafif eğilerek. Malayalam'daki karşılığı ise "Na Mastarum" :) "Nanni" de Malayalamca teşekkürler demek.

Kumarakom yolu, çok otoban gibi olmayan bir otoban aslında - gişeler de olmasa anlamak güç. 


Gün ağardıkça Kerala kaldırımsız yolları, otuz yıl öncesinden kalma dükkanları, alçak binaları, yerel kıyafetli insanları, rengarenk tabela ve arabaları, tuktuk'ları, kuralsız kaidesiz ama bol kornalı trafiğiyle bizi selamladı. "Nereye geldik, ne oluyor?" derken, dar ama yemyeşil yollardan, köylerden ve insanların arasından geçerek Kumarakom'da ne yazık ki geceyi geçiremeyeceğimiz, ama en azından birkaç saat uyuyabileceğimiz otelimize ulaştık. Kumarakom Lake Resort'un girişinde "A Piece of Heaven - Cennetten Bir Parça" yazıyordu, ve adamlar sonuna kadar haklıydı! İnanılmaz bir misafirperverlikle, uçaktan ötürü sorun yaşadığımızdan dolayı üzüntülerini dile getirerek bizi biraz dinlenmemiz için odamıza aldılar, ama ne oda... Hem klasik Hint tarzında hem mis gibi ve yeterince modern dekorasyon, odanın eski Hint kapılarıyla birebir kapısı, yatak başındaki Hindu tanrı figürleri boyaması, Muson zamanı kullanılan kapının önünde (ve otelin bilimum yerlerinde) ahşap kovalara konmuş büyük şemsiyeler, odanın içinden açılan bir kapıyla direkt girilebilen yeşillikler içinde bir havuz, odadan başka bir kapıyla çıkılan ve aslında odanın dışında bir bölme olan, tavanı yarı açık banyo, el yapımı şahane kokulu şekerli sabunlar...






Klasik bir Hint kapısı - Önce uzun çubuğun kolunu aşağı-yukarı oynatarak çubuğun yuvasına oturmasını sağlamak, sonra kolu yuvaya yerleştirmek, en sonda da anahtarla kilitlemek gerekiyor. Çözmek biraz zaman aldı


İdli'li, dosa'lı, curry'li, ve en çok da chatney'li (hadi hindistan cevizlisi idare eder de, gerisi çok acı...) Kerala kahvaltılıklarının da bulunduğu (ama açıkçası bizim daha çok batı tarzı kahvaltılıklarla doyduğumuz) kahvaltıdan sonra oteli biraz daha dolaşıp birer taze hindistan cevizi suyu içtikten sonra, 12:30 sularında Houseboat turu yapmak için otelin önündeki küçük iskeleye gittik.


Elle su dolu kaba dizilerek şekil verilen çiçekler

 Infinity pool
Hindistancevizi Ağacı


Hindistan cevizi kabuklarına dikilmiş çiçekler



Houseboat dedikleri, daha önceleri Kerala backwaters denen, denizin ince girintiler yaparak oluşturduğu birikintilerin kıyıları arasında pirinç taşımak için kullanılıyormuş. O yüzden diğer adı da Riceboat. Ancak artık tamamen turistik amaçlarla, günübirlik, akşamlık geziler ve konaklama için kullanılıyor. Botlar tamamen size/grubunuza özel kiralanıyor, bizdeki bildik tekne turlarıyla pek ilgisi yok.12:30'da başladığımız ve 17:30 sularında biten tur, bize beş saatlik mutlak sükunet, huzur ve bambaşka dünyalar sundu. Mavi suları çevreleyen hindistan cevizi ağaçlarının "cennetten parça" tablosunun ve bölgenin şaşaalı otellerinin yanı sıra, kıyılarda kurulmuş köyler, ufacık bakkallar, botların gezindiği bol otlu sularda yıkananlar, çamaşır yıkayanlar, bot yapanlar ve tamir edenler - ve bol bol Vodafone reklamı.











Houseboat'lar tamamen el yapımı - çok heyecan verici

Houseboat'taki ilk öğle yemeğimiz, aslında pek de beklemediğimiz şekilde deniz ürünleri ağırlıklı çıktı. Ama, geriye dönüp bakınca, gezi boyunca yediğimiz en "Hintli" ve en zorlandığımız yemeklerdi. Balıklar ve pilav değil ama, sebzeli ve bol baharatlı olan yemekleri tatmaktan öteye gidemedik.

Yemeğin ardından meyve (tabii ki sarı ve kırmızı muzlar), çay ve tatlı olarak kızarmış muz ikram ettiler. Sonra da görüş ve öneri defterini getirip tur hakkındaki fikirlerimizi aldılar.

Houseboat'larla dolu Kumarakom Backwaters bölgesindeki gezintinin ardından, tatile bir gün gecikmeli başlayabildiğimiz için o gece şahane Kumarakom Lake Resort'te kalamayıp Cochin'e geri dönmek zorunda kaldık. Ama misafirperver görevliler akşamüstü ikramlarından almamız için ısrar ettiler, oturup Kerala çayı (sütlü çay, ama sütü bildiğimiz inek sütünden farklı) ve kızarmış muz yedik. Oysa kalabilseydik, akşamları otelin misafirlerine özel yapılan ay ışığında Houseboat turuna da katılabilecektik...

Oteldeki hindistan cevizi suyu standı
Şoförümüz Simpson'a haber verip, hakikaten girişinde de yazdığı gibi cennetten bir parça olan Kumarakom Lake Resort'ten ayrıldık. Simpson, bitmek bilmez sorularımıza yanıt vere vere, korna çalanların arasından olabildiğince az korna çalarak geçmeye çalışarak bizi otelimizin bulunduğu Ernakulam bölgesine götürdü.
Korna işi şaka değil, gerçekten büyük araçların arkasında "korna çalın" yazıyor, insanlar olabildiğince az ayna kullanıyor. Anladığımız, temel kural "kafana göre git, eğer önündekinin yol vermesini ya da seni fark etmesini istiyorsan da korna çal." Değilse, tek gidiş tek geliş yollarda ters şeritten gitmek, bir anda direksiyon kırmak gibi hareketler gayet normal. Tabii polis yakalamadıkça, zira her ne kadar trafik ışığı çok olmasa da trafik polislerinden çok korkulurmuş. Simpson da, her telefonu çaldığında/telefon etmek zorunda kaldığında arabayı sağa çekip öyle konuştu mesela. Anlattığına göre alkol konusunda da ciddi kısıtlama ve denetlemeler varmış.



Ernakulam yolunda insanlar
                  Plaka sistemi bizimkine benzer: KL eyalet kodu (Kerala), 33 şehir kodu (Changanassery)

Her yerde film, kumaş ve takı reklamı olduğunu söylemiş miydim? 

Özellikle Tata'ya ait bir çok işletme görmek mümkün - sadece otomotivi bilirdim ama, yanısıra otel, inşaat, GSM gibi farklı sektörlerde de faaliyet gösteriyorlar.

Etekleriyle (mundu) bisiklete binen erkekler

Otelimiz Holiday Inn Cochin'e varmadan önce, mutlaka Hint kınası yaptırmak istediğim için, Simpson'un en hızlı ve kolay çözüm olarak sunduğu öneriye uyarak yakınındaki bir AVM'ye gittik. Burası, Hintlilieri en yoğun gördüğümüz yerdi. Cochin'in sakinliğine uymayan bir şekilde,  perşembe akşamı bir rock grubunun konseri olduğundan içerisi alabildiğine kalabalıktı. Bu kalabalığın tümünün Hintlilerden oluştuğunu söylemeye gerek yok herhalde, içerideki tek beyaz bizdik :) Ayrıca, kot giymiş olan birkaç genç erkek dışında, çoğu erkek mundu'lu (bazısı kumaş pantolon-gömlekli), tüm kadınlar da ya sari'li ya da salwar'lı - yani geleneksel kıyafetliydi. Şu klasik "zenci mahallesinde beyaz olmak" durumu yani. Mundu giyen erkekler genelde ya çıplak ayaklı, ya da terlikli. AVM'deki tüm dükkanlarda da yerel kıyafetler satılıyor, Batı işi, yani kot, tişört gibi giysiler satanların vitrinlerinde büyük puntolarla "Western Clothes" yazıyor, yani bu onlar için önemli bir ayraç. Aslında sari ve salwar'lar da Batı tarzına yaklaşarak biraz olsun değişmiş, mesela Salwar'ların kolları kısalmış, paçaları daralmış. Birkaç kişiye sorarak kına yapan yeri bulmaya çalıştık, sonunda takı satan bir dükkandaki kız bizi önüne katıp adamın yanına götürdü. Çat pat konuşarak kına yakıldıktan sonra 30 dk kadar yıkamamam gerektiği ve kınanın yaklaşık bir hafta kalacağı konusunda anlaştık. Biz bu pazarlığa tutuşmuşken birkaç genç erkek gelip bizi izlemişler, dedim ya orada başkalığımız yüz metreden belliydi diye... Modeli seçtim, sonra adam, elindeki  sıktıkça ince ucundan kına çıkan tüple gerçekten birkaç dakika içinde sol elimin üstü ve kolumun yarısına kadar çok muntazam şekilde çizip bitirdi. Hem de hiçbir kalıp kullanmadan, hiçbir yere bakmadan. Parasını ödeyip hızlı adımlarla havasız ve çok kalabalık AVM'den çıkmaya çalışırken bir kadına çarptım ve kınanın ucu hafif dağıldı, ama onun dışında hasarsız şekilde otele varmayı başardık.

Otel, beklediğimizden çok daha iyi ve adından da anlaşılabileceği gibi tanıdık, bildik bir zincir oteldi. Bölgedeki nadir yüksek binalardan olduğundan, Cochin'in pek de olduğu söylenemeyecek manzarasına da hakimdi. Etrafta ne gezecek, ne de yemek yiyecek göze hoş görünen bir yer olmadığından, akşam yemeklerimizin tümünü otelin restoranında, çok güzel canlı müzik yapan ikilinin bulunduğu salonda yedik. Bu şekilde kendimizi yiyemeyeceğimiz kadar saf yerel yemeklerden ve olası rahatsızlanmalardan koruyabildik sanırım. Otelin akşam yemeklerinde bol miktarda Kerala usulü balık tükettik. Fish biryani, yanki fish ve fish curry en sevdiklerimizdendi. Bir güzellik de, ana yemek ne olursa olsun yüksek ihtimalle yanında bir pilavın ya da pirinç ekmeğinin olması - Hnt mutfağında baharatlar kadar pirinç de önemli yer tutuyor. Pilavlar çok çeşitli, ama iki ana türü şişman pirinçten olanıyla ince uzun pirinçten olanı. Şişman pirinç olan kaynayarak pişiyormuş, ince olan ise buharda. 

Kınamı yıkamadan önceki hali

İkinci günümüzde, dört günlük programı üç güne sıkıştırdığımız için, erken kalkıp Simpson'la buluştuk ve rehberimizi de alarak Cochin'in turistik yerlerini gezmeye başladık. Cuma günü Dutch Cemetery gibi bazı yerler kapalı olduğundan ilk durağımız St.Francis Church oldu. Burası, Hindistan'da yapılmış en eski Avrupa kilisesi ve 1503 yılında Portekizliler tarafından yapılmış. Daha sonra Hollandalılar bölgeyi ele geçirince onlar da kiliseyi renove etmişler. Bu yüzden bir duvarında Portekizce, diğerinde Hollandaca yazılar mevcut. Ümit Burnu'nun kaşifi Vasco De Gama ölümünden sonra bu kilisenin içine gömülmüş, daha sonra mezarı Lisbon'a taşınmış. Kilisenin içinde oturakların üstünde iki yanda, tavana asılı çubuklara gerilmiş perdeler var; bunlar pervanelerin olmadığı zamanlarda oturanların serinlemesi için bir tür yelpaze olarak kullanılırmış. Dikkatimizi çeken bir ayrıntı da, Hindistan'ı en son egemenliğinde tutan İngiltere kraliçesinin kiliseyi ziyaretinin bir gurur ibaresi olarak duvardaki bir plakaya yazılıp asılmış olması. Sonradan Simpson'dan Güney Hindistan'ın bağımsızlık mücadelesinde savaşmasına gerek kalmadığını öğreniyoruz, bu hoşgörünün bir sebebi de bu olabilir tabii.


Vasdo De Gama'nın ilk mezarı



Hollandaca yazılar

Portekizce yazılar

Kiliseden çıkınca hemen yakındaki Fort Cochin'e geçtik. Burası, Chinese Fishnets (Çin usulü balık ağları) ile balıkçılık yapılan ve bu balıkların satıldığı turistik bir bölge. Fort Cochin, Kerala Backwaters'ın Arap Denizi'ne açıldığı yer ayrıca. Gelmeden önce aklımızın çok takıldığı ancak Cochin'de pek de rastlamadığımız pislik ve sinekler, burada bol balık da olunca karşımıza çıktı. Ayrıca, yollarda hiç inek görmedik ama, normalde arada gördüğümüz köpek ve kuşlara burada keçi eklendi. Capcanlı balıkların tutulduğu, o anda pazarlıkla satıcılara satıldığı ve tezgaha sürüldüğü Fort Cochin'i görmek farklı bir deneyim oldu. Çin usulü balık ağlarıyla balık avlamayı Çinliler bırakalı çok olmuş, ancak burada hala aktif olarak kullanılıyor. Tekniğin çok etkin olduğunu söylemek biraz zor, temelde bir tarafına ağır taşlar bağladıkları ağı birkaç kişinin yardımıyla denize salıp bir süre bekliyorlar ve sonra geri çekiyorlar. Balık yoksa tekrar... 

Hindistan'ın milli ağacı sayılan Indian Banyan (Hint Banyanı)

Chinese Fishnets

Hint figürlü kuklalar




Hint usulü cami

Camsız, panjurlu otobüsler

Sonraki durağımız, hala çalışmakta olan eski usül bir çamaşırhaneydi. Burada hala küçük çaplı otellerin ve işyerlerinin çamaşırları yıkanıyormuş. Yıkama ve ütü tamamen elle ve eski usüllerle yapılıyor, gün ışında, mandal bile kullanılmadan, hindistan cevizi liflerinden yapılma iplere sıkıştırılarak kurutuluyor.                                           
                                     





Buradan sonra bir Hint tapınağına gittik, ancak içeri Hindu olmayan Hintliler bile alınmadığından içine giremedik. Tapınaklara girmek için birkaç gündür belli bir rejime göre beslenmiş olmak gibi belli kuralları sağlanması gerekiyor, içeri ayakkabısız giriliyor ve bunları sağlayanların ancak Hindular olacağı tahmin ediliyor. Hindistan'ın yaklaşık %85'ini Hindular oluşturuyor; kalanlar genelde Müslüman ve Hristiyan. Kerala'da Hindu oranı tahminen biraz daha düşük.



Rehberimizin bizimle son durağı Jewish Town oldu. Önceleri burada Yahudiler yaşarmış, şimdi ise Yahudilerin yaşadığı birkaç ev parmakla gösterilir olmuş. Buranın meydanındaki saat kulesinin özelliği, bir yanındaki kadranda Hebrew, bir yanında Malayalam, bir yanındakinde ise Roma rakamlarıyla yazılmış olması. Sokakta şimdi sıra sıra turistik eşyalar satan dükkanlar var, ve gerçekten çok güzel saf Paşmina ya da Paşmina-ipek karışımı şallar, saf ipek fularlar ve çeşitli hediyelikler bulmak mümkün. Pazarlıksa olmazsa olmaz.


Erken başlayıp erken tamamladığımız şehir turunun ardından, Simson bizi Kumbalangi'de turistik bir köy ziyareti programı için yeni rehberimizin bizi alacağı noktaya getirdi. Arabadan inip rehberimizle birlikte ağaçlık yollardan geçerek su kıyısına vardık. Yine yemyeşil doğa ve etrafın rengine bürünmüş su; üstünde ise el yapımı ince uzun kanolar. Bizi birine alıp, hiç İngilizce bilmediğini tahmin ettiğimiz kaptanımızın kol gücüyle (elindeki uzun kargıyı suyun dibine batırıp iterek ilerletiyordu) yakın olan karşı kıyıya vardık. Bu defa yeşilliğin dibine gideceğimiz ve sulak, üstelik köylük alan korkusuyla, her ne kadar insanı tedirgin edecek kadar sinek görmesek de (Fort Cochin'deki balıkçıları hariç tutuyorum) yol boyunca sinekkovar ilacı açıkta kalan yerlerimize bir kat daha boca ettik tabii.
Köye gidilecek sallara ulaşmak için de köylerden geçtik


"Ananas nedir, nerede yetişir?" sorusuna yanıt: baby pineapple

İnce uzun kayığımızla sonsuz yeşillere yol alırken

Karşı kıyıya vardığımızda, uzunca boylu, gayet güzel İngilizce konuşan, zayıf bir adam karşıladı. Bu köyde bize o rehberlik edecekmiş. Sonra da köyün kurucusu/sorumlusu olan adam geldi, biraz daha kısa boylu, hafif toplu. Burayı kardeşleriyle yürütüyorlarmış. Amaç, klasik bir Kerala köyündeki yaşamı ve el sanatlarını turistlere sunmak. Zaten çok hoş bir jestle, taze hindistancevizi suyu ikram ederek karşılıyorlar. Sonra da sıcağı sıcağına hindistancevizinin nasıl toplandığını canlı canlı gösteriyorlar: Hindistancevizi ağaçlarının gövdesi dümdüz, uzun ve pürüzsüz, bu yüzden koparan kişi iki ayağını halka haline getirdiği bir bez parçasına geçiriyor ve elleriyle kendini iterek ağaca tırmanmaya başlıyor. Tepeye eriştiğinde ise belindeki keskiyle erişimini engelleyen yaprakları temizleyip, hindistancevizi salkımını kesiyor ve aşağıdaki suların içine düşmesini sağlıyor.

Rehberimizin eşliğinde köyde ilerlemeye devam ederken ikinci görülecek şey kayıkları/salları yapan işçiler. Hem houseboat'lar, hem de köye ulaşmak için kullandığımız kayıklar elde yapılıyor ve elde onarılıyor.


Hindistan'da gelir getiren başka bir iş kolu da yengeç ihracatı. Burada da gösterildiği üzere, özel yengeç çiftliklerinde yengeçler özel olarak beslenerek etlendiriliyormuş (aynı dış hacim ama daha fazla et). Yengecin Uzakdoğu'ya ihraca hazır olup olmadığını, beyaz kabuklarına basarak anlıyorlar, eğer sertse olmuş demektir.



Hindistan cevizinin neden böyle anıldığını Hindistan'a gelince anladık. Bitkinin anavatanı Hint Okyanusu çevresi ülkeleriymiş. Bu köyde de bu bitkiden aslında neler neler yapıldığını, nerelerde kullanıldığını detaylarıyla gösteriyorlar. Ham halinin suyu içiliyor, olgun olanının eti yeniyor, yemeklere konuyor, rendelenip kurutuluyor (bizim bildiğimiz şekli), taze rendesine biraz su katılıp ovularak hindistan cevizi sütü elde ediliyor, yağı çıkarılıyor... Keza, rehberimizle konuştuğumuzda buradaki tüm yemeklerde hindistan cevizi yağı kullanıldığını öğrendik. Onun deyişiyle, "sizin zeytininiz gibi yani!". Hindistan cevizi yağının yanı sıra sütünün de birçok yemekte kullanıldığını da söylemek gerek. Türkiye'deki Hint restoranlarında damak tadımıza çok uymadığı ve çok aromatik olduğundan elbette %100 hindistan cevizi yağı kullanamıyorlar - farklı yağlarla birleştirip kullanıyorlarmış, biraz da sütünden ekleyince yine de bize daha yakın bir Hint yemeği oluyor sonunda. Bitkinin kullanım alanları bununla sınırlı değil. Olgun halinin dışındaki lifleri toplayıp, eğirip ip haline getiriyorlar. Bu iplerin iki-üç tanesini de birbirine sardıktan sonra inanılmaz dayanıklı hale geliyor. O bindiğimiz botların, sandalların güneşliklerini de bu iplerle bağlıyorlar. Kabukların kuruları yakıt olarak ve sanayide kullanılıyormuş. Yani hem ağacın hem meyvesinin etinden sütünden yararlanıyorlar.

Liflerden ip eğirme


Hindistan cevizi sütü çıkaran kadın

Hindistan cevizi ağaçlarının yapraklarını örerek ve birkaç kat kullanarak güneşlik yapıyorlar. Kadının küpelerine dikkat: eskiden gelinlere evlenirken takılan bu küpeler bir tür alyans gibi, eş ölse dahi kulaktan çıkarılmaz ve kadın öldüğünde cenaze masrafları için kullanılırmış.


Köyde sadece hindistan cevizi maceraları yok elbette. Aşağıdaki kadın da, ufak midyeleri kaynatıp eliyor. Elekte etler kabuktan ayrılıp aşağı düşüyor, elekte kabuklar kalıyor. Etler yenmek üzere satılıyor, kabuklar da sanayide kullanılmak üzere.



Elde tütün saran kadın - bunu biliyoruz yahu, bizde de var! Yeşil tişörtlü olan kısa boylu rehberin kızı

Köye girerken ananasın bitkisini görmüştük. İçinde gezerken de çeşitli farklı bitkileri ve ağaçları görmek mümkün. Bizimkinden biraz daha değişik bir tür karabiberleri var mesela. Bir de hindistan cevizi kabuklarını saksı olarak da kullanıyorlar (Kumarakom'daki otelin bahçesinde de vardı), bir ağaca sarılı orkideler için mesela.
Hindistan cevizi kabuğunda orkideler

Rehberimiz eşliğinde yürürken, aşağıdaki acayip meyveyi soruyoruz. Adı Jack Fruit imiş: ağaçta yetişen en büyük meyve. 36 kg'a kadar çıkabiliyormuş. Tadına ne yazık ki bakamadık :( Ayrıca, Hindistan'ın milli meyvesi olarak bilinen mangonun da mevsimi olmadığından mango da yiyemedik. Papaya, ananas ve muz da çok yetişiyor. Biz de bütün hevesimizi tadı çok da fark etmeyen kırmızı, yeşil ve sarı renkli, kısa boylu, tombul muzlardan ve ananastan aldık.
  


Köydeki gezimizden sonra su kıyısında öğle yemeği yedik. Bu yemek, gezinin son parçası. Hindistan'da olduğumuz sürede yediğimiz en lokal ve en lezzetli/kolay yenen yemekler buradakilerdi. Köy turistik olunca, az baharat kullanarak pişiriyorlarmış. Neredeyse her şeyi silip süpürdük diyebilirim. Dikkatimizi çeken bir nokta da, oteller, houseboat ve bu köy dahil her yerde suların şişeden servis edilmesi ve su şişelerinin gözümüzün önünde açılması oldu. Ayrıca otellerde de kapalı sular ücretsiz ve odalarda bol miktarda bulunuyor. Oradaki insanlar da hep hazır su mu içiyor (Simpson öyle yapıyordu) sorusunu aklımıza getirdi. Öğle yemeğinden sonra, chinese fishnets, yemyeşil hindistan cevizi ağaçları ve mutlak sessizlik ve huzur içinde biraz daha zaman geçirdik. Daha sonra bir İngiliz grup da gezisini tamamlayıp yemeğe geçince, Simpson'un ve Lisa'nın da bizi beklediğini düşünerek toparlandık. Bu köy gezisi, hem ince düşünülmüş programıyla, hem yardımsever rehberleriyle, hem orada yaşayan ve örnek gösterim yapan insanların naifliği ve iyiliğiyle beni çok etkiledi. Bir turiste neyin ilginç geleceğini iyi hesaplayıp her birini kararında uzunluk ve detayda aktivitelerle sunuyorlar. Üstelik ortalık çok temiz, korkarak tuvaleti sorduğumda karşılaştığım manzara temizliği ve düzeniyle beni o kadar şaşırttı ki! Yemekler de ona keza, hem lezzetli hem de temizdi. Kochi'ye tekrar gidecek olsam, bir gece burada kalmayı düşünebilirim.



Bir gün gecikmeli varışımızdan ötürü biraz sıkıştırdığımız programı tamamladıktan sonra, orada bulunma sebebimiz olan Lisa'yla buluşup vakit geçirdik, ve ertesi günkü düğününde giymem için FabIndia'dan (oraya göre lüks sayılan ve tamamen doğal ürünler satan bir zincir mağaza) bana bir salwar aldık. Aslında Sari'ler elbette daha çok hoşuma gidiyordu ama, Lisa, kız kardeşi ve annesi sariyi tek başıma giyemeyeceğime karar verince, bana söz düşmedi tabii. Keza sari denen şey, aslında bir tomar kumaş. Kumaşı adabına uygun şekilde sarıp sarmalayıp birkaç yerinden iğneliyorlar, içine de büstiyer ve etek gibi bir içlik giyiyorlar. Merak edenleri şöyle alalım: http://www.youtube.com/watch?v=A8okwsXjL90  

Lisa ve kardeşini bulmuşken, "biz buralara kadar geldik ama, Türkiye'ye ne alıp götürmeli?" diye sorduk. Elbette o gün Jewish Town'da gezerken ipek fular ve ipek-pashmina karışımı şallar almıştık, ama önemli bir şey de kaçırmak istemiyorduk :) Oluşturduğumuz listede kına (Hintlilerin şekillerini yapabilmeye elverişli konik tüplerde satılıyor), kaju (ne de olsa anavatanı), banana chips dedikleri muz kuruları (havaalanında son dakikada aldık, tatlı, tuzlu ve baharatlı olmak üzere üç türü var. Sözde tatlı olanını aldık, aşırı yağlı -hem de hindistan cevizi yağı, alışık olmadığımız ağır bir aroma- ve pek de tatlı olmayan garip bir tadı var, çok tavsiye etmem), bilezik (çok ucuz ve çok güzel bilezikler olduğunu okumuştuk gitmeden) vardı. Bilezikler için kızlardan Goodwill tavsiyesi alarak akşam otelimize döndük. Bir de kendi araştırmalarımızdan bulduğumuz saç için hindistan cevizi yağı vardı...

Hindistan'da akşamları hep otelde geçirdik. Otelimizin yeri şehrin tam göbeğinde olmadığından ve şoförümüz bizi 18:00 - 19:00 gibi bıraktığından; bir de sokaklarda yürürken "burayı bir de akşam görelim", "burada kesin bir yemek yiyelim", "ne güzel yermiş, bir girip bakalım" diyebilecek bir yer de göremedik. Arabada sürekli gördüğümüz "ayurvedic tıp ve ayurvedic masaj"ı denemeyi çok istedik, ancak masaj hizmeti belli bir saate kadar verdiklerinden o da mümkün olamadı... Dolayısıyla akşamlar, otelin restoranında şahane Kerala usulü balıklar, Hint yemekleri ve bolca muz yiyerek geçti. Odaya döndükten sonra ise televizyonda Bollywood filmi izleyip bol bol Hint müziği dinleyerek. Hatta buna o kadar alıştım ve sevdim ki, dönüş yolunda ve hatta Türkiye'ye döndükten bir ay sonra uçak yolculuklarımda denk geldiğim Bollywood filmlerine de kayıtsız kalamadım. Hintlilerin o İngilizce aksanı, kendilerine özgü tavırları, bir şeye "evet", "hayır", "tamam" ya da "anlıyorum" anlamında kafalarını 335 - 45 derece arasında hızlı hızlı sallamaları... İşte bu arkadaş da tam olarak buna dikkat çekmiş: http://www.youtube.com/watch?v=tRwzcnOdNFc

Lisa'nın düğününün, beklediğimin aksine gündüz olacağını öğrendik. Aslında hayal edip görmeyi dilediğim rengarenk, üç gün üç gece süren, fil üstünde gelin taşımalı, müzik ve dans dolu bir düğün değilmiş bu, o düşündüğüm Hindu düğünleriymiş. Lisa ve eşi Hristiyan olduğu için daha farklı adetleri varmış. Hindistan'da her şeyde olduğu gibi, düğün ve evlilik adetlerinde de eyaletler ve dinler arasında keskin farklılıklar olduğunu anlattılar. Eş seçiminde de gençlerin isteği bir yana, öncelikle karşı tarafın nereli olduğuna, dinine, ailesine vb. bakılırmış. Lisa bu durumu "evlenebileceğim belli sayıda aile ve dolayısıyla belli insanlar var" diye özetledi. Dolayısıyla, görücü usulü evlilikler oldukça yaygın. 

Ertesi sabah hazırlandıktan sonra Lisa'nın düğün töreninin 10:30'da başlayacak ilk kısmına katıldık. Bir otelin küçük bir salonunda, yaklaşık 40-50 kişilik "kız tarafı", bir bir gelinlikli (beyaz sari ve duvak) Lisa'yı kutlayıp iyi dileklerini sundu ve fotoğraflar çekildi. En son Lisa, bir İsa figürünün önünde konukların eşliğinde dua etti. Yaklaşık 2 saat süren bu kısmın bir benzeri de oğlan evinde yapılırmış, tabii o kısmını biz göremedik. Ardından aile kilisesine gidildi ve orada klasik bir kilise düğünü töreni yapıldı - bol dualı, konuşmalı ve kilise müzikli. Burada Hintlilerin klasik kilise korosunda ilahiler söylemesi bana biraz alışılmadık geldi doğrusu. Kilisedeki töreni başka bir mekandaki "wedding reception/düğün resepsiyonu" izledi. Gündüz daha çok pamuklu kumaştan yapılmış salwar ve sari'ler giyen kadınlar bu defa daha canlı renklerde ve ipekli kumaşlardan, simli ve daha süslü sari'ler giymiş, özenle makyajlarını yapmışlardı. Genç erkekler pantolon-gömlek giymiş, daha yaşlı olanlarsa yine beyaz mundu'ları ve gömlekle gelmişti - ancak bu defa mundu'larında sarı, hafif parlak bir çizgi vardı. Bunun sırrını Cochin'den ayrılırken havalimanında çözdük neyse ki, meğer bu mundu'lar özel düğün koleksiyonundanmış :) 


Resepsiyonun yapıldığı büyük bir düğün salonunu andıran salonda çok sayıda büyük yuvarlak masa, masaların üzerinde ortada duran çeşitli etli/etsiz Hint yemekleri, pirinçten yapılan ekmek benzeri pathiri'ler, gelin-damat için özel düzenlenmiş sahne, sahnedeki koltukta oturan gelin-damat, fonda hafif bir yemek müziği... Bir "düğün"den anlayabileceğimiz bir çok şey, ama dans ve müzik eksik! Yine konuklar sahneye çıkıp, çifti tebrik edip hediyelerini verdi, ve bu sefer gelin ve damatla birlikte fotoğraf çektirdi. Yani aslında Hint düğünü dediğimizin yarısına yakını, fotoğraf çekilmekten ibaret. Konuklar içinse güzel bir öğle yemeği. 




Yemek demişken, Hintlilerin yemeklerini çatal-kaşık kullanmadan, elle yediklerini de belirtmek gerek. Bu bizim kısmen tanıdığımız bir durum, fark ise, onların sadece kuru yiyecekleri ya da dürüm şeklinde yenenleri değil, sulu yemekleri de pilava karıştırarak yine parmaklarıyla ağızlarına atmaları. Durum herkes için geçerli - Amerika'da ya da Türkiye'de bizim gibi çatal bıçakla yemek yiyen Lisa da orada elle yiyor mesela. Düğünde de, o kadar şık kıyafetli insan, aynı şekilde yiyordu. Ortamdaki tek Hintli olmayan insanlar olarak garsonlardan çatal bıçak isteyince getirdiler neyse ki.

Hayallerimdeki fil üzerinde gelin almalı, üç gün üç gece süren, çılgın Hint danslarının edildiği ve rengarenk süslemelerle bezeli düğünü görememiş olsam da; Lisa'ya bu Hindistan ziyaretine sebep olduğu ve hayatımda verdiğim en büyük sözü tutmamı sağladığı için minnet duydum. Bir sonra -olur da katılırsam- göreceğim Hint düğününün bir Hindu'ya ait olmasını da içtenlikle diliyorum.

Düğünün ardından biraz alışveriş yapmak için Lisa'nın önerdiği Goodwill'e ve şehrin daha merkezi yerlerine gittik. Bilezik bulabileceğimizi söylerek bizi yönlendirdikleri Goodwill beklediğimizden de fazlası çıktı: Hayatımda gördüğüm en büyük ve en fazla çeşit sunan takı-toka dükkanı! Ayrıca, Hindistan'da her şeyin çakmasının ne kadar kolay ve gerçekçi bulunduğunun da kanıtı. Meğer kaşlarının ortasındaki dövme gibi şeylerin de yapıştırmaları varmış, meğer düğünde kadınlarda görüp de "ne zenginlik" dediğim altın/pırlanta takıların bire bir kopyaları varmış (ya da düğünde gördüklerim de kopyaymış). İçeride kendimizi kaybedip iki koca kutu dolusu bilezik, Hint kınaları, kaş arasına yapıştırmaları ve küpelerle çıktık.
Goodwill gerçeği

Bu güzel ve enteresan ülkenin "en zengin, en eğitimli, en huzurlu, en temiz" bölgesindeki son günümüzde "çarşıda gezme" çabalarımız biraz sonuçsuz kaldı. Kaldırımsız ve arabaların kontrolsüzce ilerlediği yollar, etraf kalabalıklaştıkça artan çöpler ve ortalıkta çok ve tek "yabancı" durmamızın verdiği garip huzursuzluk buna biraz etmen. Gerçi kaldırım konusu ilk günkü "hiç kaldırım yok" durumundan farklıymuş, şehrin daha merkezi ve nezih yerlerinde kaldırım var, ancak yine de süreklilik arz ettiğini söylemek güç. Biraz da yerel insanların "çarşı"sında bizim pek bir şey bulamadığımız gerçeği var. "Bulunmaz Hint kumaşı" mıdır değil midir bilmem ama her yer sari'lik ve salwar'lık kumaş dolu.  Bir de elimizdeki Rupi'ler yavaş yavaş suyunu çekmeye başlayınca, her kuruşumuzu sayarak harcar olduk. Simson'dan bizi hediyelik eşya alabileceğimiz bir dükkana götürmesini rica ettik ve sıkı pazarlıklarla oradan aldıklarımızla cebimizdeki son Rupi'leri bitirdik. Bu da garip bir durum: aslında çok değersiz bir para (1 TL ~= 30 Rupi ~= $0,5); ama bir yandan da satın alınan şeyler de "çok Rupi"; örneğin Goodwill'e yaklaşık 2000 Rupi ödedik. Durum böyle olunca çok Rupi aldık sanıp alım gücünün düşük olduğunu mağazada fark etmiş olduk. Etrafta para çevirebileceğimiz bir yer olmayınca, esnaf da dolar kabul etse bile üstünü Rupi veririm diye tutturunca bir nevi paramızla rezil olma durumuna düştük. Sanırım bu para işlerine alışmak için orada bir süre daha geçirmemiz gerekiyordu :) 

Alım gücü ve paranın değeri konusu çok bilinmeyen bir ülkede daha da anlaşılmaz. Birkaç yerden fiyat anlamaya çalıştık, örneğin 1 kg sarı muz 25-30 Rps - çok ucuz sayılmaz. Otelde açık büfe akşam yemeği 600Rps. Petrol 60-70 Rps civarında, dizel ise 45-50Rps. Havalimanında otopark da 4 saate kadar 60 Rps, şehirde ise 20 Rps seviyesinde.

Düğünün olduğu günün akşamı, 26 Ocak, oradaki son gecemizdi. Otelden şehre bakarken birden havai fişekler atılmaya başladı. İnsanlar ellerinde mumlarla yürüyordu - meğer 26 Ocak, cumhuriyet günleriymiş. İngiliz himayesinden çıkarak bağımsızlıklarını kazanmaları 15 Ağustos 1950, devletin kurulması 26 Ocak 1950. Bu kadar da genç bir ülke... 

Hindistan'da genel olarak caddelerinin, arabalarının, insanlarının bundan 20-30 yıl geride kalmış gibi görünüyor. Televizyonlarda dönüp duran filmleri, dizileri izlerken "herhalde eski" diye düşünürken bir anda yapım yılı 2010, 2012 çıkınca insan şaşırıyor. Şehrin merkezindeki aşağıdaki dükkanlar da bunun ispatı gibi.
Bakkal - kavanoz içindeki sakız ve çikolatalar bizde de hala duruyor

Renkli otobüsler

Otobüs durağı





Postane
Hindistan her şeyiyle farklı bir memleket. Üç yuvarlaklı fiş

Taharet musluğu denen şey burada duş halini almış

Her eyaletin dili ayrı, komşu eyaletten olanlar bile birbirlerini ya anlayamıyor ya da çok zor anlıyor. Devletin resmi dilini herkes bilmiyor. İngilizce ortak anlaşma dili. Simpson'un verdiği bilgilere göre çocuklar 5 yaşında okula başlıyor ve ilk olarak yerel dil ile İngilizce öğreniyor. Ancak okulun son 5 yılında Hindi öğretiliyor. Lise 3 yıl sürüyor, sonrası sanıyorum opsiyonel. Devlet daireleri 10:00 - 16:00 arası hizmet veriyormuş, özel sektör genelde 09:00 - 17:00 arası çalışıyormuş.

Hindistan, yurt dışı macerasına insan gibi ülkesine yakın ülkelerden değil de, benim gibi olabilecek en batıya giderek başlayan, ve her nasıl başardıysa neredeyse yavaş yavaş batıdan ülkesine gelen (Amerika-İngiltere-İspanya-Yunan adaları-Hırvatistan-Almanya) biri için yakışıklı bir ilk doğu seyahati oldu. Doğu batıya benzemez, ne dünyada ne bizim ülkemizde. Ama anladım ki, bizim doğu bildiğimizin de ötesi var. Aslında doğu, bir yerden sonra biçim değiştiriyor ve bambaşka dünyalara kapı açıyor. Bizi Lisa'ya verdiğim sözün ardından götüren bu yolculuk, o her zaman görmeye alıştığımız Batılı dünyanın iyi ve kötü yanlarını tekrar tartmamıza yol açtı: medeniyet ama nereye kadar? Bir yanda sari'li, mundu'lu insanlar arasında ne giyeceğim kaygısını unutmak, insanların arasında"batılı" olduğumuz için hafif garipsenerek, hafif imrenilerek bakılması, saygı görmek, gözü o kadar da açılmamış insanların naifliği, bir anda istilasına uğradığımız kapitalizmin esamesinin okunmaması, el emeğinin değeri...  Diğer yanda ise bitmek bilmez, insanı ilaca ve valizinde bisküvilere, krem peynirlere, sormaya, yazmaya boğan soru işaretleri - kimi kaygıdan, kimi meraktan...  Bu yazıyı, genelde iş yoğunluğundan kaynaklı çeşitli sebeplerle düğünden tam 4 ay sonra yayınlamaktan garip bir utanç ve üzüntü duyuyorum, ama Hindistan yolculuğu bugüne kadar yaşadığım en önemli deneyimlerden biriydi ve kısa anlatıp geçmek istemedim.

Lisa, tüm bunları yaşamamıza önayak olduğun için bir kez daha teşekkürler!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Optimum Denge Modeli - 1 Eğitimi

Can Yarısı Azerbaycan

Turist misiniz efenim? - İsviçre (4)