Taşyapıt

İçimde çok uzun zaman önce yerinden oynamış taşlar vardı.

Köşeleri her kıpırdayışımda tenime batan, canımı acıtan, ruhumu kanatan - bazıları kırıktı çünkü. Kırılmıştı. Hem yerinden oynamış, hem kırılmış. Ne tamirsiz! 

Küçükken deniz kıyısındaki çakıl taşlarını birbirine sürterdim bazen. Bizim oranın denizinde çakıl taşları vardır, ince kum değil, renkli taşlar. Genelde gri. Çok mu baktım onlara bilmiyorum, benim de hayatım griye boyandı bir müddet. O taşları birbirine sürtüp nasıl yuvarlandıklarını düşünürdüm. Hepsi ovaldi çünkü, çıplak ayakla basılınca insanın ayağına iğne ya da diken gibi batmazdı. Benim içimdeki taşların uçları da yuvarlandığında anladım ki bunu gerçekleştiren fizikçilerin iddia ettiği gibi sürtünme ya da aşınma değil, zamanmış. 

Yuvarlanan köşeler acıtmaz olunca tamirsizliğini unuttum içimin. Oldum sandım. Eskiden her nasıl idiysem, ki çok da hatırlamıyorum aslında - birhaylifazla yıl önce ediyor çünkü o eski, yine öyleyim sandım. Ya da büyüdüm sandım. Zaten insan geçmişe dair kendinde arayıp da bulamadığı ne varsa büyüdüm kisvesiyle benimsiyor, o yeni olanı kendi biliyor. Aslımızı her geçen gün kaybediyoruz, haberimiz yok. Bir çocuğun saflığında ve bilinçsizliğinde yaşamaya özlemim de bu yüzden. Kendimize olan bu apaçık ikiyüzlülüğümüzden. Ama ben de bizden biriyim. Ben de riyakarım, ben de uyuşturuyorum kendimi eskimiş yalanlarla. Canım acımaz oldukça kendimi temize çektim yavaş yavaş. Çünkü insan bir şeyi yavaş yapınca daha kolay ikna oluyor. 

Temiz diye çekildiğim suların ne kadar sığ olduğunu görmemek için benden de kör olmak gerekirdi, ben de içimde bir yerde o boşluğu hep hissettim. O oynayan taşların açtığı boşluklardan biri miydi, yoksa apayrı bir tane mi bilmiyorum. Yalancı temizlik ve onun sahte kokusuyla dolandım. Bazen kendimi, çokluk insanları kandırdım. Kaygılarımla yüzleştim yalnızken, yalnız olmamaya dair umutsuz korkularımla. Çok düşündüm mü bilmiyorum, ama içimden çok şey aktı geçti. İçimde eskiye ait ne varsa arıttım. 

Rica minnet bir el değdi sonra içime. O an panikle dönüp baktım uzun zaman sonra ilk kez: Yuvarlanmış olsa da hala kırık, darmadağın bir sürü parça taşlaşmış duruyordu işte. Hala. Her şeye rağmen. Nasıl olacak, nasıl oturacak hepsi yerine, hem o kırıklar vardı hani uçları yuvarlanmış, arada boşluk kalacak kesin, onlar ne olacak, bir bütün edemeyecek mi içim hiçbir zaman, sallandıkça ses çıkaran o taşlar bir daha tek parçaya dönemeyecek mi? Denemeden bilemezsin. Başlamadan deneyemezsin. Başlamadan başaramazsın. 

Biliyormuş meğer. Neyin nereden çıktığını, hangi kırığın nasıl ufalanıp yuvarlandığını, nasıl parçalandığını, nereleri kanattığını, neden karmakarışıklaştığını biliyormuş. Çekinmeden, üşenmeden, o incecik parmaklarına zarar gelir mi diye düşünmeden tek tek ayıkladı içimi, nerede eksikse canından yerine koydu, tüm kopanları birleştirdi. Kendimi buldum, yok, bu sefer "yeni ben"i sindirmem için bir züğürt tesellisi değil bu. Ben küçükken, daha safken, bilmezken, hesaplamazken ne idiysem, içime aynen naklolundu.

Beklemediğim yerden sordu hayat, ben bana sonsuzlukla bakan seyircime sorma hakkımı kullandım. 

İçime çok uzun zaman önce yerinden göçmüş huzur döndü. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Optimum Denge Modeli - 1 Eğitimi

Can Yarısı Azerbaycan

Turist misiniz efenim? - İsviçre (4)